.

.

31 Mayıs 2010 Pazartesi

İstirahat bildirimi.(Muhasebe TR den alıp düzenledim.)

İSTİRAHAT RAPORU VE BİLDİRİMİNE İLİŞKİN USUL VE ESASLAR
Tarih: 01.06.2010
Sevgili okuyucularımız, S.G.K’dan angarya iş çıkarma ve kanun dışı idari para cezaları uygulama baş döndürücü bir hızla devam ediyor. S.G.K’nın 12.05.2010 tarihli ve 27579 RG de yayımlanarak yürürlüğe giren tebliği meslek camiasında bir bomba etkisi yarattı. S.G.K uzmanları öyle bir tebliğ hazırladılar ki meslek camiamızın en çok tartışılan üzerinde fikir yürütülen konusu oldu. Bu yazımızın konusu bir hizmet akdiyle bir işverene bağlı çalışan 5510 sayılı Kanunu’nun 4.md a fk tanımlanan sigortalıların, istirahatlı oldukları sürede işçi işveren yükümlülüklerini uygulama esaslarını irdeleyeceğiz.
HANGİ DURUMLARDA İSTİRAHAT RAPORU VERİLİR VE İŞGÖREMEZLİK ÖDENEĞİNDEN YARARLANMA ŞARTLARI NELERDİR? 5510 Sayılı yasa kapsamında yeni adıyla 4/a sigortalı, eski adıyla S.S.K sigortalı olanlar adına iş kazası ve meslek hastalıkları, analık, hastalık kapsamında bu sigorta kollarına prim ödenir. İş kazası ve meslek hastalıkları, analık ve hastalık sigorta kollarında Sosyal güvenlik sistemi tarafından sunulan haklardan da yararlanabilmenin şartı da Kanunda belirtilen prim ödeme gün sayısıdır.
İş kazaları ve meslek hastalıkları kapsamında yapılacak tedavilerde ve işgöremezliğe uğraması halinde prim ödeme şartı aranmaz. İşgöremezliğe uğrayan sigortalıya her gün için ödeme yapılır
Sigortalı kadının doğum öncesi 8 hafta ve doğum sonrası 8 hafta olmak üzere toplam 16 hafta süreyle istirahatlı sayılması ve çalışmadığı süre boyunca kurum tarafından işgöremezlik ödeneği verilebilmesi için doğum öncesi izin raporu yazıldığı tarihten geriye dönük bir yıl içinde en az 90 gün prim ödenmiş olması şartı aranacaktır. Sigortalılık niteliği devam eden doğumuna 8 hafta veya doktorun onayı ile doğumuna 3 hafta kalıncaya kadar çalışmasına izin verilen sigortalı kadının, işgöremezlik belgesi aldığı tarihten itibaren geriye doğru 1 yıl içinde 90 gün bildirilmiş günü yok ise; işgöremezlik geliri ödenmez.
Hastalık sigortası kapsamında Sağlık uygulama tebliği uyarınca sağlık haklarından faydalanabilmek için; sağlık tesisine müracaat tarihi itibariyle geriye dönük 1 yıl içinde 30 gün prim şartı aranır. Hastalık kapsamında yapılacak tedavilerde istirahati uygun görülen sigortalının işgöremezlik ödeneğinden faydalanabilmesi için rapor tarihi itibariyle geriye dönük 1 yıl içinde en az 90 gün prim ödenmiş olması şartı aranır. Hastalık sebebiyle verilen istirahat raporlarında istirahat süresinin 3.gününden başlamak üzere sigortalıya kurum tarafından işgöremezlik ödeneği ödenir.
İstirahatlı bırakılan sigortalıya bu süre içerisinde çalışmama koşuluyla, iş kazası, meslek hastalığı, hastalık ve sigortalı kadının analığı halinde verilecek geçici iş göremezlik ödeneği, yatarak tedavilerde günlük kazancının yarısı, ayaktan tedavilerde ise üçte ikisi üzerinden hesap edilecektir.
SİGORTALILARIN VE İŞVERENLERİN BİLDİRİM SORUMLULUĞU S.G.K’nın 12.05.2010 tarihli 27579 RG de yürürlüğe giren sigortalı olan sigortalıların işyerinde çalışmadıklarına dair bildirimin işverenlerce SGK ya gönderilmesine ilişkin esasları düzenleyen tebliğ karmaşık ifadeler ve her cümlenin sonunda 5510 sayılı Kanunun 102.md atıfta bulunarak tebliğde belirtilen usullere riayet edilmemesi halinde uygulanacak idari para cezası hatırlatılmaktadır.SGK 25.05.2010 tarihli ve 2010/66 sayılı genelgesi ile tereddütler giderilmeye çalışılmıştır.
Sigortalının Sorumluluğu : Bu tebliğin yayınlanmasından önce de işverenlerin e-S.G.K yoluyla çalışamazlık ve vizite kaydı girişi yapmaları mecburi kılınmıştı. Cari ay içinde süresi dolmayan istirahat raporları dışında, en geç ayın 23. gününe kadar aylık sigorta prim bildirgesini verdiğimiz tarihe kadar Kuruma verilen EK 10 eksik gün bildirim formları ile birlikte ibraz edilen istirahat raporları da bu tarihe kadar işveren muhasebe departmanları tarafından e-SGK portalında girişi yapılmaktaydı. Sigortalıların daha öncede olduğu gibi işyerine gelemedikleri günleri tevsik etmek zorundadırlar istirahat raporu alan sigortalılar ya aynı gün muhasebe departmanına istirahat raporunu ibraz etmekte ya da işverene haber vermekle beraber istirahatı bitiminde raporunu ibraz etmektedirler. Kısacası sigortalının tek sorumluluğu sağlık tesisi tarafından düzenlenmiş istirahat raporunu, en geç işbaşı yaptığı gün ibraz etmesi gerekecek.
İşverenin Sorumluluğu İşverenin bildirim yükümlülüklerini 2010/66 sayılı genelgede de düzenlendiği gibi üç özellik arz eden hususu belirtmek gerekir.
3 güne kadar verilen istirahat raporu: Bilindiği üzere SGK hastalık nedeniyle düzenlenmiş istirahat raporlarından ilk 2 güne işgöremezlik ödeneği ödememektedir. Eğer istirahat raporu hastalık nedeniyle 2gün istirahat olarak yazılmışsa; işverenin gerek tebliğde belirtilen gerekse de 2010/66 genelgede belirtilen bildirim yükümlülüğü kapsamına girmemektedir ancak; istirahat raporu iş kazası nedeniyle düzenlenmiş ise; istirahat raporu ister 3gün olsun ister 30gün olsun fark etmez rapor bitiş tarihini takip eden 5 iş günü içinde mutlaka bildirim yapılması gerekecektir. Hastalık nedeniyle düzenlenen istirahat raporlarında Kurum,ilk 2güne ödenek vermez iken;iş kazası için düzenlenmiş istirahat raporlarında süresi kaç gün olursa olsun her gün için ödenek verilir.
10 Güne Kadar Düzenlenen İstirahat Raporları: On güne kadar düzenlenmiş istirahat raporları için bildirim yükümlülüğü, istirahat süresini takip eden gün başlar ve 5 iş günü içinde elektronik ortamda kurumu bildirilmesi gerekecektir.
10 günden fazla süreli istirahat raporları: On günden fazla süreli istirahat raporu denilince öncelikle aklımıza analık istirahat raporu gelir. Sigortalı kadının doğumdan önce 8 hafta doğumdan sonra da 8 hafta olmak üzere 16 hafta izin hakkı bulunmaktadır. Ameliyat vb. durumlarda da sigortalılara 10 günden fazla istirahat raporu düzenlenmektedir. Sigortalıya 10 günden fazla istirahat raporu verilmesi halinde kendisine iki seçenek sunulmuştur. Eğer işgöremezlik ödeneğini 10’ ar günlük sürelerle almak istiyorsa bu durumu işverenine bildirmek zorundadır. Bu durumda çalışamazlık girişi 10’ar günlük sürenin bitiminden takip eden 5 iş günü içinde elektronik ortamda gönderilmesi gerekecektir. Şayet; istirahat raporu 10 günden fazla uzun süreli ise ve sigortalı kendisine 10’ ar günlük sürelerle işgöremezlik ödeneğinin verilmesini talep etmiyorsa istirahat süresi kaç gün olursa olsun istirahat süresinin bitimini takip eden 5 iş günü içinde elektronik ortamda kuruma gönderilmesi gerekiyor.
Buraya kadar anlattıklarımızı kısaca maddeler halinde özetlemek gerekirse

a) Hastalık nedeniyle düzenlenen ve süresi 2 gün olan istirahat raporları için çalışamazlık girişinin yapılmasına gerek yoktur.

b) İstirahat raporu iş kazası nedeniyle düzenlenmiş ise; süresi kaç gün olduğuna bakılmaksızın elektronik ortamda kuruma bildirilmesi gerekecek.

c) 10 güne kadar düzenlenen istirahat raporlarının bildirimi, istirahat süresinin bitimini takip eden 5 iş günü içinde bildirilmesi gerekir.

d) 10 günden fazla düzenlenen istirahat raporları için çalışamazlık giriş sigortalının talebine bırakılmıştır. Sigortalı, 10 günlük sürelerle işgöremezlik ödeneği almak istiyorsa 10 günlük sürenin bitimini takip eden 5 iş günü içinde bildirimin yapılması gerekecek eğer; sigortalının böyle bir talebi olmazsa raporun bittiği günü takip eden 5 iş günü içinde bildirimin yapılması gerekir.

e) Yukarıda belirtilen bildirim sürelerinde bildirimin yapılmadığı tespit edildiğinde işverene 5 iş günü içinde bildirimin yapılması için yazı ile tebliğ edilecek bu tebligata rağmen işveren bildirimi yapmazsa ipc uygulanabilecek.İşyerinin bağlı olduğu SGK müdürlüğünden tebliğ yazısı gönderilmeden idari para cezası uygulanmayacaktır.

f) 2010/66 sayılı genelgede dikkatimizi çeken bir diğer hususta Kurumun kontrol ve denetimle görevli memurlarınca yapılan denetimlerde kendisine istirahat raporu ibraz edilmiş olmasına rağmen bildirimi geç yapan işverenler hakkında tebligat yazısı gönderilmeden ipc uygulanabilecektir.

24 Mayıs 2010 Pazartesi

İhtirazi Kayıtla Beyanda Dikkat Edilmesi Gerekenler.

İhtirazi Kayıtla Beyanname Verilmesi Ve Sonrasında Yaşanan Hukuki Süreç
Mükelleflerce, yasal gerekçe göstererek beyan edilen matrah ya da matrah kısmı üzerinden, tarh edilen vergiye, dava hakkının saklı tutulması yolunda beyannameye yazılı nota, ‘’ihtirazi kayıt’’ denilmektedir.
İhtirazi kayıtla beyan, mükelleflerin gelirinin istisna ve muafiyet gibi nedenlerden dolayı vergiye tabi olup olmadığı konusunda şüpheye düştükleri matrahlar için başvurdukları bir yoldur. Bu gibi durumlarda mükellefler ihtirazi kayıtla beyanname vererek daha sonra dava yoluna gidip haksız ödedikleri vergiyi geri isteyebileceklerdir.
Mükelleflerin ihtirazi kayıtla beyanname vermeleri ile ilgili olarak gerek vergi kanunlarında gerekse Vergi Usul Kanunu’nda herhangi bir yasal düzenleme bulunmamaktadır. Bununla birlikte, ihtirazi kayıtla beyan müessesesi, vergi sistemimiz içerisinde uygulanmamaktadır. Bu esasta ; vergiye tabi olup olmadığı konusunda tereddüt ettikleri matrahları ihtirazi kayıtla beyan etmekte ve bunun üzerinden salınan vergiye itiraz etmektedirler.
Vergi Usul Kanunu’nun 378. Maddesinde, Vergi mahkemesinde dava açabilmek için verginin tarh edilmesi, cezanın kesilmesi, tadilat ve takdir komisyonları kararlarının tebliğ edilmiş olması; tevkif yoluyla alınan vergilerde istihkak sahiplerine ödemenin yapılmış ve ödemeyi yapan tarafından verginin kesilmiş olması lazımdır.Mükellefler beyan ettikleri matrahlara ve bu matrahlar üzerinden tarh edilen vergilere karşı dava açamazlar. Bu Kanunun vergi hatalarına ait hükümleri mahfuzdur.
Kanun maddesinde Mükelleflerin beyan ettikleri matrahlara ve bu matrahlar üzerinden tarh edilen vergilere karşı dava açamayacaklarını hükme bağlamıştır.
Ancak ihtirazi kayıtla verilen beyannameler ile ilgili dolaylı bir düzenleme İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun madde 27/3’de düzenlenmiştir. Söz konusu maddede, ihtirazi kayıtla verilen beyannameler üzerinden tarh edilecek vergilerin dava konusu yapılmasının, bu vergilerin tahsilini durdurmayacağı hükme bağlamıştır. Ancak bunlarla ilgili yürütmenin durdurulması talebinde bulunabileceğini öngörmektedir.
İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun madde 27/3 ‘’ ihtirazi kayıtla verilen beyannameler üzerine yapılan işlemlerle tahsilat işlemlerinden dolayı açılan davalar, tahsil işlemini durdurmaz…’’ hükmünü incelediğimizde ihtirazi kayıtla verilen beyannamelere karşı dava açılabileceği, dolayısıyla yükümlülerin beyan ettikleri matraha ilişkin olarak ihtirazi kayıt koymalarının mümkün olduğu anlaşılmaktadır.

İhtirazi Kayıtla Beyanname Verirken ve Sonrasında Dikkat Edilmesi Gerekli Hususlar

· ihtirazi kayıtla verilen beyanname ile birlikte ihtirazi kaydı içeren dilekçe verilmesi veya beyannamenin herhangi bir yerine İHTİRAZİ KAYITLA BEYANDIR şeklinde kayıt düşülmesi gerekir

· Verilen beyanname ile yapılan tahakuka karşı otuz (30) gün içinde dava açılması gereklidir. (V.U.K 377 ve İYUK md 7.)


‘’ Mükellefler ve kendilerine vergi cezası kesilenler, tarh edilen vergilere ve kesilen cezalara karşı vergi mahkemesinde dava açabilirler’’ V.U.K md.377



‘’Dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştayda ve idare mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde otuz gündür.’’ İYUK md 7.



· İhtirazi kayıt dilekçeleri ancak Vergi Mahkemelerine dava açılması durumunda hukuksal nitelik kazanır.Bu süreçte mükellefin dava açmaması idarenin eylemini fiilini kabul ettiği anlamına gelir.

· Tahakuk eden verginin kanuni ödeme süresi içinde ödenmesi gerekir,

· Beyannamenin İhtirazi kayıtla verilmesi tahsil işlemini durdurmaz, ancak yürütmeyi durdurma kararı veya yargı kararının olması tahsil işlemini durdurur.


Vergi Mahkemesinde Dava Açmaya Yetkili Kişi ve Kurumlar



Vergi mahkemesinde dava açmaya yetkili olanlar;



* Mükellefler ve kendilerine vergi cezası kesilenler, tarh edilen vergilere ve kesilen cezalara karşı vergi mahkemesinde dava açabilirler.



Gerçek kişiler bizzat kendileri dava açabilecekleri gibi vekilleri vasıtasıyla da dava açabilirler. Dava ehliyetine sahip kişinin vekili sıfatıyla dava açacak kişinin avukat olması şarttır.



Küçükler ve kısıtlılar ile tüzel kişiler de vergi davalarını kanuni temsilcileri veya bunların avukat vekilleri vasıtası ile açabilirler.



* Vergi dairesi, tadilat ve takdir komisyonlarınca tahmin ve takdir olunan matrahlara karşı vergi mahkemesinde dava açabilir.



Vergi Mahkemesinde dava açılırken dikkat edilecek hususlar



Vergi davaları; vergi mahkemesi başkanlıklarına hitaben yazılmış imzalı dilekçelerle açılır.

Dava dilekçelerinde;



* Tarafların ve varsa vekillerin veya temsilcilerin ad ve soyadları veya ünvanları ve adresleri,
* Dava konusu ve sebepleri ile dayandığı deliller,
* Davaya konu olan idari işlemin yazılı bildirim tarihi (tebliğ tarihi),
* Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler ve bunların zam ve cezalarına ilişkin davalarda tam yargı davalarında uyuşmazlık konusu miktarı,
* Vergi davalarında davanın ilgili bulunduğu verginin veya vergi cezasının nevi ve yılı, tebliğ edilen ihbarnamenin tarihi ve numarası ve varsa mükellef hesap numarası, bulunmalıdır.
* Ayrıca dava konusu belgelerin asılları veya örnekleri dava dilekçesine eklenmelidir.



……………VERGİ MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI’NA

DAVACI: Ad Soyad yazılmalıdır.

T.C. KİMLİK NUMARASI/VERGİ KİMLİK NUMARASI (**):

Adresi:

VEKİLİ:

DAVALI: Davalı idarenin adı yazılmalıdır.

Davalı İdarenin Adresi:

VERGİ VE CEZANIN NEVİ (***):

DÖNEMİ (***):

MİKTARI (***):

DAVA KONUSU İŞLEMİN TEBLİĞ TARİHİ:

TALEP KONUSU: Davalı idarenin işlemine karşı talep ve istem özetlenmelidir.

AÇIKLAMALAR: Maddi olay ve açıklaması yapılmalıdır.

HUKUKİ DAYANAK VE DELİLLER:

SONUÇ VE İSTEM:

Ad ve Soyad

İmza


Yürütmenin Durdurulma



Vergi mahkemelerinde tarhiyat aşamasında dava konusu edilen vergi ve cezaların tahsili işlemleri, yürütmeyi durdurma kararına gerek olmaksızın kendiliğinden durur. Tahsilât aşamasında dava konusu edilen vergi ve cezaların tahsili işlemlerinin durması mahkemece yürütmeyi durdurma kararı verilmesine bağlıdır.

Danıştay veya idari mahkemeler, idari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda yürütmenin durdurulmasına karar vermektedir.

Vergi uyuşmazlıklarından doğan davaların açılması tarh edilen vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali yükümlerin ve bunların zam ve cezalarının dava konusu edilen bölümünün tahsil işlemlerini durdurur. Bu tür davalarda ayrıca yükümlülerin yürütmenin durdurulmasını istemelerine gerek yoktur. Genel kural bu olmakla birlikte vergi davaları ile ilgili yürütmenin durdurulması talep edilmesine gerek bulunulmaması kuralının istisnalarından biride İhtirazi kayıtla verilen beyannamelerdir. Yani İhtirazi kayıtla verilen beyannameler üzerine salınan maliyükümlülüklerle ilgili tahsil işlemlerinden dolayı açılan davalar tahsil işlemini durdurmaz.Ödemenin durması için mahkemeden ayrıca yürütmeyi durdurma kararı talep edilmelidir.



Yürütmenin durdurulmasının mahiyeti ve şartları

* İYUK 27/3 Telafisi güç ve imkânsız zarar doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerekir.
* Yürütmenin durdurulması kararı istem üzerine verilir. Yönetsel yargı yerleri kendiliğinden yürütmenin durdurulması kararını veremezler.
* Yürütmenin durdurulması ya dava dilekçesi ile birlikte veya dava açıldıktan sonra istemde bulunarak verilir.
* İYUK 27/3 Yürütmenin durdurulması kararı verilen dosyalar öncelikle incelenir.
* İYUK 27/3 Yürütmenin durdurulması kararları teminat karşılığında verilir. Ancak durumun gereklerine göre teminat aranmayabilir.
* Yürütmenin durdurulmasında özel tebligat yöntemi uygulanabilir. Tebligat süreleri kısaltılabilir, tebliğ memur eliyle yapılabilir.


Danıştay’a Temyiz Başvurusu



Vergi yargılamasında, Danıştay dava daireleri ile idare ve vergi mahkemelerinin kararları ancak bu mahkemelerin bir hukuk kuralını yanlış uygulamaları durumunda temyiz edilebilir. Burada söz konusu edilen hukuk kuralı geniş kapsamlıdır. Yasaları, tüzükleri, yönetmelikleri, sözleşmeleri içine alır.



Danıştay, vergi mahkemesinin kurul halinde verdiği kararları temyiz yoluyla incelemektedir. Danıştay’a, vergi mahkemesinin kararını tebliğini takip eden günden itibaren otuz (30) gün içinde başvurulabilir. Temyiz başvurusu, vergi mahkemesi kararının yürütülmesini durdurmaz. Bu kararların yürütülmesini durdurabilmek için Danıştay’dan teminat karşılığı yürütmenin durdurulması istenilmesi ve bu istemin de kabul edilerek karara bağlanmış olması gerekmektedir.


Danıştay’ın Vergi Mahkemesi Kararını Onaması ve Bozması


Temyiz üzerine Danıştay, ilk derece mahkemesi kararının bozulmasına veya onanmasına karar verir.

Danıştay tarafından mahkeme kararının onanmasına karar verilmesi halinde, dava dosyası mahkemesine gönderilir ve olağan yargılama süreci tamamlanmış olur.



Danıştay tarafından mahkeme kararının bozulmasına karar verilmesi halinde ise, ilk derece mahkemesince bozma kararına uyulmasına veya ilk kararında ısrar edilmesine karar verilir.

* Vergi mahkemesi Danıştay’ın bozma kararına uyarsa, yeniden yargılama yapmak suretiyle bozma kararı doğrultusunda yeni bir karar verir. Bu karara karşı da tarafların ilk karar üzerine yaptıkları gibi temyiz yoluna başvurmaları mümkündür.
* İlk derece mahkemesince ısrar kararı verilmesi halinde, ısrar kararının temyizi mümkün olup bu durumda temyiz incelemesi bir üst kurul olan Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu tarafından incelenir. Kurulun kararları kesindir.

Kaynak :

1. Gelirler idaresi
2. Vergi Usul Kanunu
3. İdari Yargılama Usulü Kanunu





Serbest Muhasebeci Mali Müşavir

Serkan KAHRIMAN

23 Mayıs 2010 Pazar

Veraset ve İntikal Vergisi

Veraset ve intikalde uygulama incelikleri
Türkiye’de karşılıksız servet intikali vergiye tabidir. İntikal iki yoldan olmaktadır. Birincisi; ölen bir kimseden miras ve vasiyet yoluyla başkalarına geçen servet olup, Veraset Vergisi’ne tabi tutulur. İkincisi; hayatta olan kişiler arasında bağış yoluyla geçen servet intikali olup, İntikal Vergisi’ne tabi tutulur. Veraset yoluyla intikalde vergi tahakkukundan itibaren 3 yılda ve mayıs ve kasım aylarında 6 taksitte ödenir. Çekiliş, talih oyunları ve diğer intikallerde 1 ay içinde tamamı ödenir.Vergide esas Türkiye’de bulunan mallar ile ivazsız yani karşılıksız olarak mal iktisap edenin TC vatandaşlığına göre belirlenmiştir. Buna göre; malları nerede olursa olsun muris (miras bırakan kişi) veya tasarrufu yapan şahıs TC tabiiyetinde ise, muris veya tasarrufu yapan kim olursa olsun (Türk veya yabancı) malları Türkiye Cumhuriyetinde ise vergiye tabi olacaktır.
Neler Veraset ve İntikal Vergisi’ne tabi?
TC vatandaşları arasındaki karşılıksız mal intikali. TC vatandaşından yabancı uyruklulara karşılıksız mal intikali (Mallar ve yabancının ikametinin Türkiye olması halinde). Yabancı uyruklular arasında karşılıksız mal intikali (Malların Türkiye’de olması halinde). Yabancı uyruklulardan TC vatandaşına karşılıksız mal intikali.
Neler Veraset ve İntikal Vergisi’nden istisna?
Ev eşyası ile murise ait zat eşyası ve aile hatırası olarak muhafaza edilen tablo, kılıç, madalya gibi eşya. Menkul ve gayrimenkullerden evlatlıklar da dahil olmak üzere füruğ yani; alt soy, çocuk çocuğu ve eşten her birine isabet eden miras hisselerinin 109.971,füruğ yoksa eşe isabet eden miras hissesinin 220.073.-TL’si. Karşılıksız intikalde 2.535.-TL’si. Para ve mal kazanılan yarışma ve çekilişlerde ikramiyelerin 2.535.-TL’ si.
Beyanname verilme süresi
VİV Beyannameleri iki başlıkta gerçekleşiyor. Buna göre; Veraset tarikiyle vuku bulan intikallerde: Ölüm Türkiye’de olup mükellefler de buradaysa ölüm tarihinden sonra 4 ay, mükellefler yabancı bir memleketteyse 6 ay içinde beyanname verilmelidir. Ölüm yurtdışında mükellefler Türkiye’de ise 6 ay, mükellefler müteveffanın bulunduğu yerin dışında başka bir yabancı ülkedeyse 8 ay; gaiplik halinde ise kararın ölüm siciline kaydolunduğu tarihi takip eden 1 ay içinde beyanname verilecektir. “Diğer suretle vaki intikallerde” ise malların hukuken iktisap edildiği tarihi takip eden bir ay içinde beyanname verilmelidir.
Beyannamelere eklenecek belgeler
Beyanname verilirken, birçok belge de eklenmesi gerekiyor. Bunları maddelerle şöyle sıralamak mümkün: 1. Veraset İlamı, Ölüm ve Mirasçı Bildirimi 2. Murisin son ikametgâh senedi. 3. Murisin taşınmazlarının tapuları ve emlak bildirim örnekleri 4. Murisin beyannamede indirime konu olan borçlarının belgeleri 5. Murisin varsa bankadan mevduat hesabı yazısı 6. Muristen otomobil veya herhangi bir motorlu taşıt kalmışsa ruhsat fotokopileri. 7. Matraha dahil unsurlardan ipotek alacağı varsa bununla ilgili bilgiler.
Hibe işlemlerinde ise vergi dairesinde aranan beyanname dışındaki belgeler ise; “hibeye konu tarafların nüfus cüzdanı örneği ve ikametgâh ilmühaberi , tapu sureti, emlak vergisi bildiriminin tasdikli sureti” dir.
(Bu yazı 22/5/2010 Cumhuriyet Gazetesinde Yahya Arıkan'ın köşesinden alındı,
bir ekleme ben yapayım, veraset tariki ile intikaller dışındaki intikallerde vergi oranı %10 dan başlar sadece verasette % 1 den başlar ve istisna tutarlarıda çok farklıdır bu genellikle gözden kaçar ve ölüm halinde ödenecek olan verginin 10 katından fazla vergi erken intikallerle -hibe, rızai taksim gibi- ödenir.)

20 Mayıs 2010 Perşembe

İşyeri Bildirgesi ekleri.

İşyeri Bildirgesi İle Birlikte Verilecek Belgelerde Değişiklik Var
İşverenlerin en geç sigortalı çalıştırmaya başladıkları tarihte vermeleri gereken işyeri bildirgesi verme uygulamasında 12.05.2010’da yayımlanan Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği ile birtakım değişiklikler yapıldı. Buna göre;
-Daha önce genel olarak istenen yerleşim belgesi talebi daimi mahiyetteki işyerlerine münhasır olacak.
-İşveren vekiline ait noterden onaylı vekâletname ve imza sirküleri olarak istenen belgeler gerçek kişi işverenler yönünden kendilerinin, tüzel kişi işverenler yönünden ise tüzel kişiliği temsile yetkili kişilerin imza sirkülerinin ibrazı şeklinde bir ay içinde SGK’ya, elden verme veya posta yoluyla gönderme biçimindeki uygulamaya devam edilecek. Ancak imza sirküleri vermesi gereken kişilerin, SGK birimine bizzat başvurarak kimliklerinin tespitiyle birlikte imza beyanlarının alınmasını sağlamaları halinde ayrıca imza sirküleri verilmesine gerek olmayacak.
-Bu belgelere ek olarak
tüzel kişilere özgü olarak hükmi şahsiyetin tescil edildiği Ticaret Sicil Gazetesi ile imza sirkülerinin;
adi ortaklıklarda, noter onaylı ortaklık sözleşmesinin;
ihale konusu işlerde, işin sözleşmesi veya işin üstlenildiğini gösterir idarenin yazısının;
inşaat işyerlerinde, yapı ruhsatının fotokopisi, varsa arsa sahibi ile müteahhit arasındaki noter onaylı inşaat yapım sözleşmesinin verilmesi uygulamalarına devam edilecek.
Kapıcılık işyerlerinde, kat maliklerinin isim, adres ve Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarasını gösterir listesinin verilmesi zorunlu olmayacak.

İşyeri Bildirgesi İle Birlikte Verilecek Belgelerde Değişiklik Var

İşverenlerin en geç sigortalı çalıştırmaya başladıkları tarihte vermeleri gereken işyeri bildirgesi verme uygulamasında 12.05.2010’da yayımlanan Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği ile birtakım değişiklikler yapıldı. Buna göre;

-Daha önce genel olarak istenen yerleşim belgesi talebi daimi mahiyetteki işyerlerine münhasır olacak.

-İşveren vekiline ait noterden onaylı vekâletname ve imza sirküleri olarak istenen belgeler gerçek kişi işverenler yönünden kendilerinin, tüzel kişi işverenler yönünden ise tüzel kişiliği temsile yetkili kişilerin imza sirkülerinin ibrazı şeklinde bir ay içinde SGK’ya, elden verme veya posta yoluyla gönderme biçimindeki uygulamaya devam edilecek. Ancak imza sirküleri vermesi gereken kişilerin, SGK birimine bizzat başvurarak kimliklerinin tespitiyle birlikte imza beyanlarının alınmasını sağlamaları halinde ayrıca imza sirküleri verilmesine gerek olmayacak.

-Bu belgelere ek olarak

tüzel kişilere özgü olarak hükmi şahsiyetin tescil edildiği Ticaret Sicil Gazetesi ile imza sirkülerinin;

adi ortaklıklarda, noter onaylı ortaklık sözleşmesinin;

ihale konusu işlerde, işin sözleşmesi veya işin üstlenildiğini gösterir idarenin yazısının;

inşaat işyerlerinde, yapı ruhsatının fotokopisi, varsa arsa sahibi ile müteahhit arasındaki noter onaylı inşaat yapım sözleşmesinin verilmesi uygulamalarına devam edilecek.

Kapıcılık işyerlerinde, kat maliklerinin isim, adres ve Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarasını gösterir listesinin verilmesi zorunlu olmayacak.

İthalatın kayda alınması tebliği.2009

http://rega.basbakanlik.gov.tr/eskiler/2008/12/20081231M2-22.htm

İş ortaklıkları.-Veysi Seviğ Referans 19/5/2010

http://www.referansgazetesi.com/haber.aspx?HBR_KOD=139952&YZR_KOD=157

Kurumlar Vergisi Yasası'nın 2/7 maddesinde yer alan tanımlamadan anlaşılacağı üzere iş ortakları; "Sermaye şirketleri, kooperatifler, iktisadi kamu kuruluşları, yabancı devletlere, yabancı kamu idare ve kuruluşlarına ait veya bağlı iktisadi kamu kuruluşları ile dernek ve vakıflara ait iktisadi işletmelerin kendi aralarında veya şahıs ortaklıkları ya da gerçek kişilerle belli bir işin birlikte yapılmasını ortaklaşa yüklenmek ve kazancını paylaşmak amacıyla kurdukları ortaklıklardan" iş ortakları olarak mükellefiyet tesis edilmesini talep edenlerdir.
Yasal tanımlamaya göre iş ortaklarının kurulması halinde, bu ortaklıkların istemi üzerinde kurumlar mükellefiyeti tesis edilebilmekte, aksi takdirde bu ortaklıklar adi ortaklık veya konsorsiyum gibi faaliyet göstermektedirler.
Kurumlar Vergisi uygulamasına yönelik olarak yayımlanan (1) seri numaralı genel tebliğ gereği olarak iş ortaklıklarının Kurumlar Vergisi mükellefiyeti sayılabilmesi için en az aşağıdaki unsurları taşımaları gerekmektedir.
* Ortaklardan en az birisinin Kurumlar Vergisi mükellefi olması
* Ortaklığın belli bir işi sonuçlandırmak üzere yazılı bir sözleşme ile kurulması
* İş ortaklığı konusunun belli bir iş olması
* Birlikte yapılacak olan işin belli bir süre içinde gerçekleştirilmesinin öngörülmesi
* İş ortaklığıyla işveren arasında bir yüklenim sözleşmesinin yapılmış olması
* Tarafların, müştereken yüklenilen işin belli bir veya birden fazla bölümünden değil, tamamından işverene karşı sorumlu olmaları
* İşin bitiminde kazancın paylaşılması
* Birlikte yapılması öngörülen ve müştereken yüklenilen işin bitimi ve Vergi Usul Yasası'nda mükellefiyetle ilgili ödevlerin tamamının yerine getirilmesiyle mükellefiyetin sona erdirilmesi.
Yukarıda belirtilen koşullar dikkate alındığında iş ortakları konsorsiyumdan farklılık göstermektedir. Çünkü konsorsiyum sözleşmelerinde her ortağın yapacağı iş ayrıca gösterilmekte olup, sözü edilen ortak kendi yapacağı işten sorumlu tutulmaktadır. Bu bağlamda da yüklenim sözleşmesinde yer almamakla birlikte kendi aralarında yapacakları sözleşme ile her ortağın yükleneceği işin ayrı ayrı belirlenmesi ve işverenin de bu sözleşmeyi kabulü halinde, bu tür ortaklıklar da konsorsiyum olarak tanımlanmaktadır.
Dolayısıyla iş ortaklıkları devamlılık gösteren ve aynı nitelikteki iş veya işler için değil, belirli bir süre içinde bitecek bir iş için kurulabilmektedir. Bu bağlamda da iş ortaklıkları tam mükellef olarak tescil edilmektedir.
İş ortaklıklarında vergilendirme sonucu kalan kazanç ortaklara payları oranında dağıtılmakta, bu durumu tüzelkişi ortaklar için bu kâr payı iştirak kazancı olarak kabul edilmektedir. Gerçek kişiler açısından ise elde edilen kazanç menkul sermaye iradı olarak dikkate alınmaktadır.
Kurumlar Vergisi (1) sıra numaralı genel tebliğinin 2.5.3 numaralı bölümünün son paragrafı uyarınca, "Kurumlar Vergisi mükelleflerinin zararlarının bu mükelleflerin ortaklarınca indirim konusu yapılması mümkün olmayıp aynı durum Kurumlar Vergisi mükellefi iş ortaklarının zararları için de geçerlidir."
Buna göre, belli bir iş için kurulan iş ortaklıkları eğer Kurumlar Vergisi mükellefiyeti tesis ettirirlerse, bu takdirde vergilendirme ve kâr dağıtımı açısından Kurumlar Vergisi Yasası'nda yer alan hükümlere tabi olacak, bunun sonucunda da işin zararla sonuçlanması halinde bu zarar ortakların mükellefiyet durumlarına göre diğer kazançlarından mahsup konusu yapılamayacaktır.
Ancak eğer iş konsorsiyum olarak üstlenilecek olursa, bu takdirde konsorsiyumu oluşturan ortaklar, işin sonucuna göre elde ettikleri kazancı ana faaliyet konusunun sonuç hesaplarına intikal ettirebileceklerdir.
Bir başka açıdan "İş ortaklığının kazancı elde etmesi ve kazancın tam mükellef ortaklara dağıtılması halinde ortaklar açısından oluşan iştirak kazancının vergiden istisna edilmiş olması özel bir statü olan iş ortaklığında faaliyet sonucu meydana gelen ve mahsup olanağı bulunmayan zararın ortaklarca mahsubuna engel teşkil" etmemelidir. Bunun sonucu olarak zararını mahsup etme imkânı bulunmayan iş ortaklığının zararının ortaklarca indirilmesi yani mahsup edilebileceği ileri sürülebilir.
Gerçekte iş ortaklığı yapılması üstlenilen tek bir iş için olduğundan bu işin kazançlı sonuçlanması halinde vergilendirilmesi, mevcut yasal düzenleme çerçevesinde kolay olmaktadır. Ancak elde edilen menfi sonucun yani işin zararla sonuçlanması halinde, bu ortaklıklarda zarar mahsubundan yararlanmak mümkün olamamaktadır.
Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu'nun kararına göre de "Kurumlar Vergisi mükelleflerinin zararlarının, bu mükelleflerin ortaklarınca indirilebilmesi mümkün olmayıp aynı durum Kurumlar Vergisi mükellefi iş ortaklarının zararları için de geçerlidir." (Danıştay VDDK E. No: 2007/2306, K. No: 2008/4933)

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Takdir komisyonu (tk) kararına dayalı tarhiyatlar

(Bumin Doğrusöz'ün 17/5/2010 Referans'daki yazısından özetle)
VUK tarh zamanaşımı süresini düzenleyen 114. md veriyi doğuran olayı izleyen yılbaşından itibaren 5 yıl içinde tarh ve tebliğ edilmeyen vergiler zamanaşımına uğrar.Bu maddenin 2.fk "Şu kadar ki,vergi dairesince matrah takdiri için tk na başvurulması zamanaşımını durdurur. Duran zamanaşımı komisyon kararının vergi dairesine tevdiini izleyen gün işlemeye devam eder." Buna göre vergi dairelerince tk gidildiğinde dosyanın tk da beklediği süre kadar zamanaşımı süresi işlememekte, dosyanın daireye gelişinden itibaren süre kaldığı yerden itibaren işlemeye devam etmektedir.
Bbu düzenleme,mükellef haklarını zedeleyen bir maddedir.Çünkü,ilk olarak tk na matrah belirleme konusunda süre verilmemiş,tk nın hizmetin gereklerine göre örgütlenmesi ve iyi çalışma koşulları oluşturulmamış,tkda geçen sürenin zamanaşımına etkisi çerçevelenmemiştir. Bunun neticesinde de tk da dosyalar, biraz da iş yoğunluğu sebebi ile yıllarca bekler hale gelmiştir.Bu kötü örgütlenmenin acısı/bedeli de mükellefe yüklenmiştir.Dosyaların tkda yıllarca beklediği süre, mükellef aleyhine gecikme faizinin işlediği dönem olarak uygulanmış, bu uygulamayı düzeltecek yasal düzenlemeler yapılmamış,hazine,idarenin kötü örgütlenmesi ve hizmetin geç çalışmasından nemalanır hale gelmiştir.
Hukuk devleti anlayışı ile bağdaştırılması mümkün olmayan bu düzenleme nihayet Diyarbakır Vergi Mahkemesi tarafından Anayasa Mahkemesi'ne taşınmıştır.Düzenlemeyi anayasal buyruklar açısından inceleyen Mahkeme, E. 2006/124 K.2009/146 sayı ve 15.10.2009 günlü kararı ile anayasaya aykırılık sebebi ile iptal kararı vermiştir.İptal kararının gerekçesine göre "İtiraz konusu kuralda, vergi dairesince takdir komisyonuna başvuru yapıldıktan sonra matrahın tespiti, buna ilişkin kararın oluşturulması ve kararın gönderilmesinde bir süre öngörülmemekte, çalışma süresi tamamen komisyonun takdirine kalmaktadır. Ancak, zamanaşımının durmasının süreyle sınırlandırılmaması, vergi mükellefleri yönünden uygulamada keyfiliğe, haksızlığa, eşitsizliğe yol açacak sonuçlar doğurabilecek niteliktedir. Zamanaşımının durma süresinin belirsizliği, makul/adil bir sürenin bulunmaması, vergi dairesince matrah takdiri için başvurunun sırf zamanaşımını durdurmak için keyfi olarak kullanılmasında güvence sağlamayacağı gibi yükümlüye vergi tahsilatının geciktiği süre kadar gecikme zammı ve faizi uygulanacak olması da yükümlünün vergi yükünü artırarak haksız sonuçlar doğmasına neden olabilir."
Ancak Yüksek Mahkeme 8.1.2010,RGde yayımlanan bu kararının hüküm fıkrasında "Kararın RG de 'de yayımlanmasından başlayarak 6 ay sonra yürürlüğe girmesine" karar vermiştir. Dolayısıyla bu iptal kararı, 8/7/2010 de yürürlüğe girecektir.
Anayasa Mahkemesi'nin kararın yürürlük tarihi olarak ileri bir tarihi belirlemesi, yasama ve yürütme organına yönelik bir belirleme olup, bu süre zarfında iptal olunan düzenlemenin yerine hukuka uygun yeni bir düzenleme yapılmasını sağlama amacını taşımaktadır. Bu nedenle dosyanın takdir komisyonunda bulunduğu sürece zamanaşımının duracağı yönündeki düzenleme ‘kanuni idare' ilkesinin gereği olarak idare için yürürlüktedir.Ancak bunu fırsat bilen vergi idaresi, takdir komisyonunda bekleyen dosyaları hızla sonuçlandırarak belirlenen matrahlara göre yapılacak tarhiyatları 8/7/2010'dan önce tebliğ etme telaşına girmiştir.Pekçok mükellefe,yıllar öncesine ilişkin yapılmış tarhiyatlar tebliğ edilmiştir.
Tebliğ edilen tarhiyatlar, 2001, 2003 gibi yıllara ait olup,tk da dosyanın yaklaşık 4-5 yıl beklediği tarhiyatlardır.Belki Anayasa Mahkemesi'nin kararı olmasaydı, tarhiyatlar bir bu kadar süre daha alabilecekti ve mükellefler bu sürelerde işleyen gecikme f. ödeyeceklerdi.
Bu şekilde tkk dayalı tarhiyata muhatap olan ve idarenin tk başvurusu olmasaydı tarhiyatın zamanaşımına uğramış olacağı mükellefler için gidilecek tek yol, yargı yoludur.

Açılacak davada, önce VUK 114/2 maddesinin anayasaya aykırılığını ileri sürmek ve sonra da zaten iptal edilmiş olduğundan bahsetmekle ,bu davalar mükellefler lehine sonuçlanacaktır. Çünkü mahkemeler, Anayasa Mahkemesi'nce kararın yürürlüğe girmesi ileri bir tarihe bırakılmış olsa dahi, kararlarında anayasaya aykırılığı artık Yüksek Mahkeme kararı ile sabit olmuş bir düzenlemeyi esas alamayacaklarından, bu tarhiyatlar zamanaşımı sebebiyle iptal edilecektir.Bu nedenle idarenin bu konudaki çabası bize göre boşunadır.

16 Mayıs 2010 Pazar

Miras yolu ile işyeri devri.

Murisin çocuklarının mirastan feragat ederek eşine kalan işyerinin devri hk.(14.11.2005)

T.C.
GELİR İDARESİ BAŞKANLIĞI
Ankara Vergi Dairesi Başkanlığı
(Mükellef Hizmetleri Usul Grup Müdürlüğü)


Sayı : B.07.1.GİB.4.06.18.02/32-229-..../……
Konu : Murisin çocuklarının mirastan feragat ederek eşine kalan işyerinin devri hakkında.

……………………….
……………………………………

İlgi: ……tarihli ve …. sayılı dilekçeniz.


İlgi dilekçenizde;
- Eşinizin vefatından sonra çocuklarınızın eşinize ait “manifatura işyerindeki haklarından feragat ederek size bırakmak istediklerini,
- Gelir Vergisi Kanununun 81.1 maddesine göre, çocuklarınızın haklarından feragat etmelerini müteakip vergi dairesine kayıt yaptırdığınızda veya bütün varisler ayrı ayrı mükellefiyet kaydı yaptırdıklarında;
-Bilançonun aktif ve pasifi ile bütün halinde mi devir alınacağı,
-Çocuklarınızın haklarından feragat etmeleri halinde katma değer vergisi doğup doğmayacağı,
-Bilançodaki ticari mallara ve demirbaşlara ilişkin fatura düzenlenip düzenlenmeyeceği,
-İşletmenin yasal defterlerine mi devam edileceği yoksa, yeniden defter tasdik ettirme zorunluluğunun bulunup bulunmadığı hususlarında tereddüte düşülerek Başkanlığımızdan görüş talep etmektesiniz.
Konuya ilişkin olarak Gelir ve Kurumlar Vergileri Müdürlüğü ile Katma Değer ve Özel Tüketim Vergileri Müdürlüğünün görüşleri dikkate alınarak gerekli açıklamalar aşağıda yapılmıştır.
193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun mükerrer 80’inci maddesinin son fıkrasında faaliyetine devam eden ticari bir işletmenin kısmen veya tamamen satılmasından veya ticari işletmeye dahil amortismana tabi iktisadi kıymetlerle birinci fıkrada yazılı hakların elden çıkarılmasından doğan kazançların ticari kazanç sayılacağı hükme bağlanmış; 5 numaralı bendinde ise faaliyeti durdurulan bir işletmenin kısmen veya tamamen elden çıkarılmasından doğan kazançların, değer artış kazancı olarak vergiye tabi tutulacağı belirtilmiştir.
Yine aynı Kanunun 81’inci maddesinin 1’inci bendine göre ferdi bir işletmenin sahibinin ölümü halinde, kanuni mirasçılar tarafından işletmenin faaliyetine devam olunması ve mirasçılar tarafından işletmeye dahil iktisadi kıymetlerin kayıtlı değerleriyle (bilanço esasına göre defter tutuluyorsa bilançonun aktif ve pasifiyle bütün halinde) aynen devir alınması halinde değer artış kazancının hesaplanmayacağı hüküm altına alınmıştır.
Diğer taraftan, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 12’nci maddesinde, ölüm halinde mükelleflerin ödevleri, mirası reddetmemiş kanuni ve mansup mirasçılarına geçer. Ancak, mirasçılardan her biri ölünün vergi borçlarından miras hisseleri nispetinde sorumlu olurlar, denilmiş aynı Kanunun 2686 sayılı Kanunun 4’üncü maddesiyle değişik 16’ncı maddesinde “Vergi Kanunlarında hüküm bulunmayan hallerde ölüm dolayısıyla mirasçılara geçen ödevlerin yerine getirilmesinde bildirme ve beyanname verme sürelerine üç ay eklenir.” hükmü yer almıştır.
Aynı Kanunun 164’üncü maddesinde; ölümün işi bırakma hükmünde olduğu belirtildikten sonra, ölüm olayının mükellefin mirası reddetmemiş mirasçıları tarafından vergi dairesine bildirileceği ve mirasçılardan herhangi birinin ölümü bildirmesinin diğer mirasçıları bu ödevden kurtaracağı hüküm altına alınmış olup, ölüm olayının da ölümün vukuu bulduğu tarihten itibaren 1 ay içerisinde herhangi bir mirasçı tarafından vergi dairesine bildirilmesi gerekmektedir.
Ayrıca, 229 uncu maddesinde de; “ Fatura, satılan emtia veya yapılan iş karşılığında müşterinin borçlandığı meblağı göstermek üzere emtiayı satan veya işi yapan tüccar tarafından müşteriye verilen ticari vesikadır.” hükmü yer almaktadır.
Öte yandan 2001/1 sıra Vergi Usul Kanunu İç Genelgesinde ”….Vergi Usul Kanununun mükerrer 257’nci maddesinde yer alan yetkiye istinaden, murisin mevcut defter ve belgelerinin ölüm tarihini içeren hesap dönemi sonuna kadar işe devam eden mirasçılar tarafından kullanılması uygun görülmüştür.” denilmektedir.
Bu hükümler çerçevesinde, ferdi bir işletmenin sahibinin ölümü halinde ölüm tarihi itibariyle ticari işletmenin faaliyetini durdurduğu kabul edilmektedir.
Sahibinin ölümüyle kanuni mirasçılara intikal eden ferdi bir işletmenin kayıtlı değerleriyle aynen devir alınmaması ve işletmeye dahil varlıkların yeniden değerlemeye tabi tutulması halinde (ölüm tarihi itibariyle yapılan değerleme) söz konusu varlıklar yeni değerleriyle mirasçılara intikal edeceğinden, işletmedeki kıymetler yeni değerleriyle maliyeti yükseltip karı azaltacağı için bu durumda ölen kimse adına değer artış kazancı hesaplanıp vergileme yapılması gerekmektedir.
Öte yandan, ferdi işletmenin kayıtlı değerleriyle aynen devir alınması halinde değer artış kazancı yönünden herhangi bir vergileme yapılması söz konusu olmayıp, ölüm dolayısıyla mirasçılara intikal eden işletmenin devir alınarak işletmenin faaliyetine mirasçılardan bir veya birkaçı tarafından devam edilmesi halinde; sadece faaliyette bulunan mirasçılar için ticari kazanç bakımından mükellefiyet tesisinin yapılacağı tabiidir.
Bu durumda, faaliyette bulunmayan diğer mirasçıların kendilerine intikal eden ortaklık hisselerini diğer mirasçılara veya başka kimselere satmak suretiyle elden çıkarmalarından doğan kazancın ise değer artış kazancı olarak vergilendirileceği tabiidir.
Diğer taraftan 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun 1/1’inci maddesine göre, Türkiye’de yapılan ticari, sınai, zirai faaliyet ve serbest meslek faaliyeti çerçevesinde yapılan teslim ve hizmetler, katma değer vergisine tabiidir.
Bu nedenle murisin ölümü nedeniyle kanuni mirasçıları tarafından işletmenin faaliyetine devam olunması ve mirasçılar tarafından işletmeye dahil iktisadi kıymetlerin aynen devir alınması, 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 81’inci maddesinin 1 numaralı bendi gereğince vergilendirilmeyecek değer artışı kazançlarından olduğundan katma değer vergisine tabi olmayacaktır. Ayrıca bu devir işlemi nedeniyle fatura düzenlenmesi söz konusu değildir.
Ancak diğer mirasçıların, feragat ederek haklarını murisin eşine devretmeleri, 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun 2’nci maddesine göre bir mal üzerindeki tasarruf hakkının malik veya onun adına hareket edenlerce, alıcıya veya adına hareket edenlere devredilmesi hükmü gereğince teslim sayılarak katma değer vergisine tabi tutulacaktır.
Yukarıda yer alan açıklamalar doğrultusunda; murisin ölümünden dolayı işletmenin kayıtlı değerleriyle aynen devir alınarak işletmenin faaliyetine mirasçılardan bir veya birkaçı tarafından devam edilmesi halinde; sadece faaliyette bulunan mirasçılar için ticari kazanç bakımından mükellefiyet tesis ettirilmesi, bununla beraber murisin mevcut defter ve belgelerinin ölüm tarihini içeren hesap dönemi sonuna kadar işe devam eden mirasçılar tarafından kullanılmasında herhangi bir sakınca bulunmamaktadır.
Bilgi edinilmesini rica ederim.




Mirasçılar, noterden Feragatname çıkartsın. (yurtdışında yaşayan mirasçı adına da vekaleti olan bir mirasçı hem asaleten hem vekaleten hareket etmiş olacak -genel vekaletmeyi kullanarak-)
Murisimiz ........'ın vefatı nedeniyle diğer mirasçılarla birlikte intikal eden ............. adresindeki dükkanın işletme hakkı üzerindeki bilcümle mirasçılık hak ve hisselerimizin tamamından bu kerre yine mirasçılardan olan ....... doğumlu,.../.../19... doğumlu ............... lehine bedelsiz olarak feragat ettiğimizi noter huzurunda kabul ve beyan ederiz.
Feregat edenler:
imza

6 Mayıs 2010 Perşembe

Yıllık Ücretli İzin

10 soruda yıllık izin uygulaması
1- Yıllık ücretli izin süresi nasıl hesaplanır? Yıllık izin süresi hesaplanırken, işyerinde işe başladığı gün esas alınır. Buna göre işyerinde 1 yılı dolduran kişi, yıllık ücretli izne hak kazanır. İşyerindeki hizmeti 1-5 yıl arasında olanlara yılda 14 gün, 5-15 yıl arası olanlara 20 gün, 15 yıl ve daha fazla hizmeti olanlara ise 26 günden daha az izin verilemez. İşçi ile işveren anlaşırsa, bu süreler uzatılabilir ancak kısaltılamaz. 18 yaşından küçük,50 yaşından büyük çalışanlara, kıdemleri ne olursa olsun, 20 günden az izin verilemez. İzin hakkının hesaplanmasında, aynı işverene ait farklı işyerlerinde yapılan çalışmalar da dikkate alınır. Bunun yanında; • Kaza ve hastalık sebebiyle çalışılmayan günler,
• Kadın işçilerin doğum izinleri,
• Kanunen işe gitmeye engel durumlar,
• İşyerinde zorlayıcı sebeplerle işin tatil edildiği durumlarda 15 günlük süre,
• Hafta tatili, genel tatil ve ulusal bayram günleri,
• Röntgen çalışanlarına verilen izinler,
• İşyerindeki veya dışındaki işçi kurullarına veya sendika toplantılarına katılma süreleri,
• Evlenme ve ölüm izinleri ile ücretli izin süreleri, yıllık ücretli izin hesabında çalışılmış sürelerden sayılır.
2-Yıllık izin günleri bölünebilir mi? İşveren, çalışanın hak ettiği ücretli izni bölemez. Bu izni bir defada kullandırmak zorundadır. Ancak işçi isterse, yıllık izin süresi bir bölümü 10 günden az olmamak şartıyla en fazla üçe bölünebilir.
3- Diğer izinler yıllık izne mahsup edilir mi? İşveren tarafından yıl içerisinde her ne amaçla olursa olsun verilen ücretli ya da ücretsiz izinler, yıllık ücretli izne mahsup edilemez.
4-Tatil günleri yıllık izinden sayılır mı? İzin süresine rastlayan hafta tatili, ulusal bayram,genel tatil günleri yıllık izinden sayılmaz.Yıllık izne, bu tatil günleri kadar ekleme yapılır.
5-Yıllık izin için yol izni hakkı var mı? Bir çalışan, yıllık iznini işyerinin kurulu olduğu yerden başka bir yerde geçirecekse ve bunu belgeleyebiliyorsa (otel rezervasyonu, uçak bileti, seyahat acentesi belgesi vs.), işveren tarafından kendisine 4 güne kadar ücretsiz izin verilmek zorundadır.
6- Yıllık iznin ücreti nasıl ödenir? İşveren, yıllık izne çıkacak çalışanının izin süresine tekabül eden ücretini peşin olarak veya avans şeklinde vermek zorundadır.
7-Yıllık izinde sigorta primleri ödenir mi? Yıllık izin süresi boyunca, işveren tarafından iş kazası ve meslek hastalığı primleri hariç, analık, hastalık, malullük, yaşlılık ve ölüm primleri ödenir.
8-İşten ayrılırken hak edilen yıllık izinler ne olur? İş akdinin sona erdiği tarihte, çalışanın hak kazanıp da kullanmadığı yıllık izin sürelerine dair ücreti, en son aldığı ücret üzerinden hesaplanarak ödenir.
9-Aynı işyerinde yeniden çalışmaya başlarsanız izniniz nasıl hesaplanır? İşçi işten ayrılır ve yeniden aynı işyerine başlarsa, kıdemi sıfırlanmış olur.
10-Emeklilik sonrası çalışmada yıllık izin nasıl hesaplanır? 9. maddede yapılan açıklama emeklilik sonrası çalışmaya devam etme halinde de geçerlidir. Örneğin hâlihazırda çalışmakta olduğu işyerinden emekli olan ama aynı işyerinde çalışmaya devam edenler emekli aylığına müracaat için işten ayrılma şartı olduğundan, fiilen işten ayrılmasa dahi yasal olarak ayrılmış sayılacağından, emeklilik sonrası kıdem sıfırlanacaktır.

Emlak Vergisi Bildirimi vermemeye uygulanacak ceza hakkında.

1319 sayılı Emlak Vergisi Kanunu’nun “Usul Hükümleri” başlıklı 37. maddesinde, “Bu Kanun hükümleri saklı kalmak şartıyla, bu Kanun’a göre alınacak vergiler hakkında 213 sayılı Vergi Usul Kanunu ile 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümleri uygulanır.” hükmü yer almaktadır. Ayrıca aynı maddede, kanunda kullanılan “vergi dairesi” tabirinin, belediyeleri ifade ettiği belirtilmektedir. Emlak Vergisi Kanunu’nun uygulanmasında, Vergi Usul Kanunu’nun vergi inceleme yetkisi hariç olmak üzere;

1- Belediye gelir şube müdürü, gelir şube müdürü olmayan yerlerde belediye hesap işleri müdürü, hesap işleri müdürü olmayan yerde muhasebeci, vergi dairesi müdürü sıfat ve yetkisini haizdir.

2- Vergi Usul Kanunu’nda mahallin en büyük mal memuruna verilmiş görev ve yetkiler, belediye başkanları tarafından kullanılır.

BİLDİRİMLERİN SÜRESİNDE VERİLMEMESİ HALİNDE UYGULANMASI GEREKEN CEZA
Emlak Vergisi Kanunu’nun “Bildirim Verme ve Süresi” başlıklı 23. maddesinde, bildirim verme ve süresiyle ilgili düzenlemelere yer verilmiş olup, 32. maddesinde ise, “Bildirimin süresinde verilmemesi halinde, vergi idarece tarh edilir. İdarece tarhiyatta her yıla ilişkin vergi değeri, 29. madde hükmü dikkate alınarak hesaplanır.” denilmektedir.

Öte yandan, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 341. maddesinde; “Vergi ziyaı mükellefin veya sorumlunun vergilendirme ile ilgili ödevlerini zamanında yerine getirmemesi veya eksik yerine getirmesi yüzünden verginin zamanında tahakkuk ettirilmemesi veya eksik tahakkuk ettirilmesidir.” şeklinde tanımlanmıştır.

Aynı Kanun’un 344. maddesinde de; vergi ziyaı suçu mükellef veya sorumlu tarafından 341. maddede yazılı hallerde vergi ziyaına sebebiyet verilmesi olarak tanımlanmıştır.

Emlak vergisi, her 4 yılda bir olmak üzere takdir işlemlerinin yapıldığı yılı izleyen Ocak ve Şubat aylarında tahakkuk etmektedir. Vergi değerini tadil eden nedenlerden dolayı bildirim yapılması gereken hallerde, vergi değerini tadil eden sebeplerin meydana geldiği bütçe yılını izleyen Ocak ayında tahakkuk etmektedir. 2009 yılında emlak vergi değerleri yeniden belirlenmiş olduğundan, 2010 yılı emlak vergileri Ocak, Şubat 2010 aylarında tahakkuk edecektir. Dolayısıyla, 31 Aralık 2009’a kadar yapılması gereken emlak vergi bildiriminin Şubat 2010 ayı içinde yapılması halinde, henüz verginin tahakkuk etme süresi geçmemiş olduğundan ortada vergi ziyaı yoktur. Bu nedenle vergi ziyaı cezası kesilmesi söz konusu değildir.

Vergi ziyaı kesilmesi için, bildirimin verginin tahakkuku için kanunda öngörülen süre geçtikten sonra yapılması veya süre geçmesine rağmen yapılmaması gerekmektedir.

Emlak vergisi mükellefleri;

- Yeni inşa edilen binalarda inşaatın sona erdiği veya inşaatın sona ermesinden evvel kısmen kullanılmaya başlanmış ise her kısmın kullanılmasına başlandığı,

- Emlak Vergisi Kanunu’nun 33. maddesinin 1 ila 7 numaralı fıkralarında belirtilen vergi değerini tadil eden sebeplerin doğması hallerinde de, değişikliklerin meydana geldiği, bütçe yılı içerisinde emlakın bulunduğu yerdeki ilgili belediyeye “Emlak Vergisi Bildirimi”ni vermeleri gerekmektedir.

Değişikliklerin bütçe yılının son üç ayı içinde meydana gelmesi halinde bildirim, olayın meydana geldiği tarihten itibaren üç ay içinde ilgili belediyeye verilecektir.

Bildirimin zamanında yapılmaması veya hiç yapılmaması halinde ise, bildirimin yapıldığı zaman veya bildirimin yapılmadığının tespit edildiği zaman verginin tahakkuk süresinin geçip geçmediğine bakılır. Tahakkuku süresi geçmişse vergi ziyaı cezası, geçmemişse 14 TL usulsüzlük cezası uygulanacaktır.