.

.

31 Ağustos 2013 Cumartesi

Mali Tabolar hk.

Biz muhasebe kayıtlarını günlük mali ve ticari olaylara göre yapıyoruz,
bu tutulan kayıtlar bir nevi tuvale , eseri yaratanın fırça darbeleri gibi,
geriye çekilip son halini görmek istediğimizde "mizan tablosu" nu yazdırır ona bakarız,
bu tabloda şirketin tüm hesaplarına aktif pasif yada artı , eksi karakterli kayıtların tümünün toplamlarını görürüz,
bu tablo bir fikir verebilir, ama çok yüzeyseldir,
bu tablodaki bizim gelir giderlerimizi, kar yada zararımızı etkileyen hesapları ayrı bir yerde alt alta toplarız,
borç bakiyesi veren hesaplar ile alacak bakiyesi veren hesapları 2 ayrı sütunda alt alta toplayınca
iki sütun toplamları arasındaki fark borç fazla ise zarar alacak fazla ise kardır,
aradaki farkı eksik olan sütun altına yazdığımızda bu tablo tamamlanır buna gelir tablosu diyoruz.
Mizanda kalan hesaplarımızda da yine kar yada zarar hesabı adı altında eşitleme yaptığımızda ortaya çıkan tablo bilançodur.
Gelir tablosu başı ve sonu bellki bir dönemdeki faaliyetin sonuçlarını gösterir , yani bir dönemi yansıtır,
Bilanço ise şirketin belli bir tarihteki durumunu yansıtır,
30/6/2013 tarihli bilanço o gün şirket ne durumdadır onu gösterir,
1/1-30/6/2013 tarihli gelir tablosu ise 1 ocak 30 haziran tarihleri arasında ne yaptık onu gösterir,

27 Ağustos 2013 Salı

Vergi Denetimi Hk.



İncelemeye yetkili olanlar gerek görürse inceleme, işletmeye dâhil iktisadi kıymetlerin fiili envanterinin yapılmasına ve beyannamelerde gösterilmesi gereken unsurların tetkikine kadar genişletilebilir. İnceleme görevi daha çok vergi müfettişleri tarafından yapılır.
Daha önce bu köşede belirttiğim üzere vergi müfettişliği 2 yıl önce çıkarılan bir KHK ile ihdas edilen bir kadro. Bu kadroya kaynaklık eden birimler daha önce Maliye Bakanlığı içerisinde farklı birimlerde çalışan denetim elemanları idi. Vergi Denetim Kurulu altında birleştirilen bu birimlerde çalışanlar tek unvanla vergi müfettişliği adını aldı.
Yukarıda da belirttiğim üzere vergi incelemesi mükellefler için çok yıkıcı etkileri olabilen, devam ederken de büyük psikolojik sıkıntılara sebep olabilen bir süreçtir. Bu yüzden incelemelerin objektif gerekçelere bağlanması ve sürecin dikkatli yürütülmesi gerekir.
Mükellefler çok sık vergi incelemesi geçirmediği için bu süreçle ilgili bilgi sahibi olmamaları normaldir. Ancak vergi incelemesi yapmak üzere yetiştirilen vergi müfettişlerinin bu açıdan çok iyi eğitim almaları şart. İşlerini yaparken, muhatap oldukları mükelleflerin ekmek kapılarına kilit vurabilecek kadar ağır sonuçlar çıkarabilecek yetki ve imkâna sahip vergi müfettişlerinin inceleme öncesi, esnası ve sonrasında nasıl davranacakları konusunda çok iyi eğitilmeleri gerekir.
İnceleme esnasında uyulacak usul ve esaslar Vergi Usul Kanunu’nda çok ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiş olsa da maalesef bu kuralların uygulanmasının garantisi bulunmuyor. O yüzden inceleme elemanlarının bu konuda çok iyi eğitilmesi, takip edilmesi ve değerlendirilmesi gerekir. Öte yandan incelemeye alınan mükelleflerin de muhakkak profesyonel meslek mensuplarından destek almaları gerektiğinin altını çizeyim.
VDK kurulmadan önce bahsettiğim dört birim, yılda bir belki iki defa sınav açarak makul sayıda inceleme elemanı adayını kadroya dâhil ediyordu. Ciddi sınavlarla alınan bu adaylar zorlu mevzuat, hal, hareket ve tavır eğitimlerinden geçiriliyor, yeterlik sınavını geçtikten sonra da asil kadroya atanıyorlardı. Yıllarca verimli incelemeler yapan meslek mensupları yeri ve zamanı geldikçe, yurtdışında eğitim alıyor ve sonrasında bürokraside idareci olarak hizmet vermeye devam ediyordu.
Binalar yetersiz
Son zamanlarda idarede, artan kayıt dışılığı vergi incelemeleri ile azaltma düşüncesi hâkim olmaya başladı. Bu düşünceye paralel olarak benim gibi meslekten gelen kişilerin bile takip etmekte zorlandığı vergi müfettişliği sınavları ilan edilir oldu. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek periyodik olarak vergi müfettişliği sınavı açacaklarını kamuoyuna açıklıyor. Hem de her sınavda bin 500-2 bin kişi olacak şekilde kadrolar açılarak. Bu yıl açıklanan sınavlar tamamlanırsa 5 bine yakın yeni inceleme elemanı alınmış olacak.
Piyasada bu sayıda iktisadi ve idari bilimler fakültesi mezunları olmadığı düşüncesinden midir bilmiyorum, artık açılan sınavlara mühendis ve öğretmenlik fakülte mezunları da girebiliyor. Eski meslektaşlarımla yaptığım görüşmelerde mevcut müfettişlerin bile doğru dürüst çalışma ortamının olmadığı anlatılıyor. Birçok ilde bir masada iki müfettiş çalışıyormuş.  
Alınan yeni müfettiş yardımcılarının kısa sürede eğitimden geçirilmesi ve yukarıda bahsettiğim nitelikleri haiz olması hiç de kolay olmayacak. Üstelik artık alınan adayların bazıları muhasebe ve hukuk eğitimi almayan mühendis ve öğretmenlerden oluşacak. Çok değil bir iki yıl sonra vergi incelemelerinden şikâyetlerin çığ gibi büyüyeceğini düşünüyorum. Çünkü bu kadar geniş ve kalabalık bir kurumda niteliksiz elemanların da çokça yer alacağını tahmin etmek zor değil.
Yazımın başında da belirttiğim üzere vergi incelemesi hassas bir konu. Yapılan her tarhiyat mükellefler üzerinde önemli etkiler doğurur. Küçük ölçeğe sahip mükelleflerin bir inceleme ile kepenk kapatmaları işten değil. Büyük mükellefler nezdinde de hukuksuz davranış ve tarhiyatlar olumsuz tesir meydana getirir.
Mükellefler incelemelerde kendilerine özensiz davranıldığı, zorlama yorumlarla tarhiyat yapıldığı kanaatine sahip olurlarsa piyasadan çekilmeye veya sektör/alan/ülke değiştirmeye karar verebilirler. Hele ki yabancı şirketlerin belirsizlik olan ülkelerde hizmet vermek istemeyeceklerini unutmamak gerekir. Böyle bir ülke imajının gelişmemesi ve kazanılan itibarın devam etmesi için bu konuda yapılacak uygulamalarda titiz davranılması gerekiyor.
Devletin bütçe finansmanında en önemli kalemi oluşturan vergi gelirlerini artırmak için inceleme oranını artırma kararı anlaşılabilir. Ancak bu oranı artırmanın yegâne yönteminin inceleme elemanı sayısını artırmak olmadığının bilinmesi gerekir. Kaldı ki çözüm inceleme elemanı sayısını artırmak olarak tercih edilmişse bile kadroları bir anda doldurma yoluna gidilmemeliydi. Her yıl açılacak sınavlarla belli sayıda eleman alınarak eğitimde ve insan kaynakları kalitesinde belli bir seviye korunabilirdi.
Mühendislik ve öğretmenlik fakültelerinden gelecek müfettiş adayları da dikkate alınarak üniversitelerden muhasebe ve hukuk alanında yüksek lisans imkânı sağlanmalı, özellikle mükelleflere yönelik davranış açısından hassasiyetin altı çizilmelidir.
Daha önce sınırlı olan yurtdışında eğitim alma imkânı genişletilerek devam ettirilmeli.
Bu ve buna benzer tedbir alınırsa Kurul’un başarısı artacaktır. Aksi takdirde gün geçtikçe kamuoyunda mağduriyet şikâyetleri artacak, mükellefler ve mali müşavirler büyük sıkıntılar yaşayacaktır. (Zaman)

20 Ağustos 2013 Salı

YENİ TÜRK TİCARET KANUNUNA GÖRE ANONİM ŞİRKET VE LİMİTED ŞİRKETLERİN BİRBİLERİNE GÖRE AVANTAJLARI DEZAVANTAJLARI




 6102 sayılı Yeni Türk Ticaret Kanunu tüm iş dünyasının yakından takip ettiği değişiklikleri içerecek şekilde 01.07.2012 tarihinden itibaren kademeli olarak yürürlüğe girmiş ve kanunun birçok avantajlı tarafları iş hayatında birçok kolaylık sağlayacak şekilde değiştirildi. Yazımızda genel olarak bu avantajlar nelerdir kısaca değindikten sonra mevcut işletmelerin yapısındaki oluşabilecek farklılıkların avantajları nelerdir karşılaştırmalı olarak sunmaya çalışacağız.Bir kere yeni yasaya göre anonim şirket, bir kişi ile kurulabileceği gibi, bir kişilik yönetim kurulu ile de yönetilebilecek. Hatta daha önce zorunlu olarak çok ortaklı kurulmuş olan şirketlerde, fiktif ortaklardan kurtulabilecekler. Yani ortak sayısını azaltabilirler. Yeni kuracaklar ise direkt tek ortaklı anonim ya da Limitet şirket kurabilecekler. Ayrıca Limitet şirketlere de genel kurul zorunluluğu geldiğinden, Limitet şirketin pek avantajı kalmamıştır. Bu açıklamalara göre anonim şirketlerin, Limitet şirkete nazaran avantajlı yönleri şöyle sıralamak mümkün; 
  1. Yeni yasaya göre, bir kişi ile bile anonim şirket kurulabilecek.
  2. Tek kişi bile yönetim kurulu olabileceği gibi, dışarıdan atanan bir kişi de yönetim kuruluna seçilebilir.
  3. Anonim şirkette; ortaklar taahhüt ettikleri sermaye tutarı kadar şirkete sorumludurlar. Limitet şirketlerde ise ortağın hisse oranınca tüm mal varlığı ile sorumluğu söz konusudur.
  4. Anonim şirket hisse devirlerinin, noter huzurunda yapılmasına gerek yoktur. Limitet şirketlerde ise hisse devri noter huzurunda yapılması zorunluluğu olması ile birlikte Limitet şirket hisse devirlerinde; beher imza için ayrı ayrı binde 0,99’dan toplam binde 1,98 devir harcı, alandan satandan ayrı ayrı binde 8,25’den toplam binde 16,5 damga vergisi masrafı, noter masrafı vb giderler varken, anonim şirket devirlerinde hiçbir masraf yoktur. Buna ilave olarak ticaret sicilde de tescil edilip yayınlanması gerekmektedir. Tabi bu da yüksek rakamlardaki sermaye yapısına binaen hisse devirlerinde ciddi harçların ödenmesine neden olmaktadır.
  5. Anonim Şirketler muayyen ve paylara bölünmüş paylarına ilişkin isme veya hamiline yazılı hisse senedi çıkarabilir (TTK md.  486). Fakat bu imkan Limitet Şirketlerde bulunmamaktadır.
  6. Anonim şirkette ortaklar, bastırılmış hisse senedini, ciro edip, senedi o kişiye vermek suretiyle başkalarına kolayca devredebilecekler. Bu avantaj Limitet şirketlerde yok.
  7. Anonim Şirketlerde bir gerçek kişinin 2 yıldan daha uzun süreli elde tutmuş olduğu anonim şirket ortaklık paylarını temsil eden hisse senetlerini veya hisse senedi yerine çıkartılmış geçici ilmühaberlerini satması halinde elde edilen kazanç vergiye tabi değildir (GVK mükerrer md. 80/1). Hisse senedi bastırılmış veya geçici ilmühaber çıkartılmış olması şartıyla kurumların aktifinde kayıtlı Anonim şirketlere ait iştirak hisselerinin devredilmesi (elden çıkartılması) herhangi bir elde tutma süresine bağlı olmaksızın KDV’den istisna tutulmuştur  (KDVK md. 17/4-g).
Limitet Şirketlerde ortaklık haklarının satışı halinde elde tutma süresine bakılmaksızın elde edilen kazanç vergiye tabidir (GVK mükerrer md. 80/4). Kurumların aktifinde kayıtlı Limitet şirketlere ait iştirak hisselerinin KDV’den istisna tutulabilmesi için en az 2 tam yıl işletmenin elinde (aktifinde) bulunması şartı vardır (KDVK md. 17/4-r).

Yani kısaca Anonim şirketler hisse senedi bastırdıkları için, hisselerini iktisaptan 2 yıl geçtikten sonra satmaları halinde, şirket ortaklarına değer artışından her hangi bir vergi tahakkuk etmez. Fakat Limitet şirketlerde bu işlem değer artış kazancına tabi olduğu için ilgili vergi oranlarına göre vergi tahakkuk etmektedir.
  1. Anonim Şirket Yönetim kurulu üyesi olmayan sermaye taahhüt borcunu tamamen ödemiş veya ödenmiş paya sahip ortakların, şirketin vergi ve sigorta primi gibi kamu borçları dolayısıyla sorumluluğu yoktur. Yönetim Kurulu üyeleri müteselsil olarak kamu alacağından şahsi mal varlığı ile sorumludur (6183 sayılı Kanun mükerrer md. 35). Yönetim Kurulu bu yetkisini TTK’ya göre içlerinden birine murahhas üye olarak devredebilir veya dışarıdan atayacağı müdür veya müdürlere devredebilir. Bu durumda vergi borçlarından sadece murahhas üye veya atanmış müdür sorumlu olur. Sigorta primi borçlarından murahhas üye veya dışarıdan atanmış müdürlerin yanı sıra yönetim kurulu üyeleri de müteselsil sorumlu olur.
Limitet Şirketlerde ortaklar şirketten ve müdürden tahsil olanağı bulunmayan vergi borçlarından sermayeleri oranında dorudan doğruya sorumludurlar. Sorumluluk müteselsil değil müşterekendir. Her bir ortak borcun tamamı için değil, sadece hissesi oranında ki kısım için takip edilir (6183 sayılı Kanun md. 35). Öte yandan sigorta primi borçlarından her bir ortak ortaklık payına bakılmadan borcun bütününden müteselsil sorumludur.
Yani Anonim şirketlerin yönetim kurulu üyesi olmayan ortaklarının kamu borçlarından dolayı sorumluluğu yoktur. Anonim şirket ortakları Vergi ve Ssk borçlarından dolayı 1 lira dahi kendi şahsi malvarlıklarından ödemek zorunda değilken Limitet şirketlerde her ortak hissesi oranında tüm mal varlığı ile sorumludur.
  1. Anonim Şirketler halka açılabilir ve ödünç para temini amacıyla tahvil çıkarabilirler. Bu avantaj da Limitet şirketlerde bulunmamaktadır.
  2. Karar alma nisapları, anonim şirkette daha azdır. Mesela ana sözleşme değişikliği gibi bazı değişiklikleri; esas sermayeyi oluşturan ortakların yarısının toplantıya katılması halinde katılanların oy çokluğuyla karar verilebilir. Limitetlerde ise durum tam tersine bütün ortakların ittifakı mucibi gerekmektedir. Anonim Şirketlerde Yönetim Kurulu, ortaklar arasından veya ortak olmayanlardan Genel Kurulca seçilen en az bir üyeden oluşur. Yönetim kurulu üyesi gerçek kişi olabileceği gibi tüzel kişi de olabilir (TTK md. 359).
Yönetim Kurulu üye tam sayısının çoğunluğu ile toplanıp, kararlarını da toplantı da hazır bulunan üyelerin çoğunluğu ile alırlar.
ESKİ TTK’ya göre, yönetim kurulunun bir karar verebilmesi için, üyelerin en az yarısından bir fazlasının toplantıda hazır olması ve kararların da toplantıya katılan üyelerin çoğunluğuyla alınması gerekiyordu.
Yeni TTK’ya göre, esas sözleşmede aksine ağırlaştırıcı bir hüküm bulunmadığı takdirde, yönetim kurulu üye tam sayısının çoğunluğu ile toplanıp, kararlarını da toplantıda hazır bulunan üyelerin çoğunluğu ile alabilecektir.
Örnek: Eski TTK’ya göre, 5 kişiden oluşan yönetim kurulu en az 4 kişiyle (5÷2=2,5 +1=3,5 » 4) toplanabilecek ve en az 3 kişinin aynı yöndeki oyuyla karar alabiliyordu. Yeni TTK’ya göre, en az 3 kişiyle (5÷2=2,5 » 3) toplanabilecek ve en az [(3/2)=1,5 » 2] 2 kişinin aynı yöndeki oyuyla karar alabilecektir.
Oylarda eşitlik olması durumunda konu gelecek toplantıya bırakılacak, ikinci toplantıda da eşitlik olursa söz konusu öneri reddedilmiş sayılacaktır.
Limitet Şirketlerde ise Müdürler, genel kurul tarafından ortaklar arasından veya dışarıdan seçilirler (TTK md. 623/1). Birden fazla müdür olması halinde müdürler kurulu oluşur ve bu kurul çoğunlukla karar alır (TTK md. 624/1). Müdür sayısı birden fazlaysa içlerinden biri genel kurul tarafından Müdürler kurulu başkanı olarak atanır.
Ana sözleşmede aksine hüküm yoksa müdürler kurulu toplantılarında oyların eşit olması halinde başkanın oyu üstün olur (TTK md.  624/3).
Şirket sözleşmesinde düzenlenmiş olması şartıyla müdürler kurulu toplantıları, tüm müdürlerin veya bazı müdürlerin elektronik ortamdan katılımıyla yapılabilir.
Örnek verecek olursak; şirket müdürler kurulu üç (3) kişiden oluşmakta olup, bunlar Bay (A), Bay (B) ve Bayan (C)’dir. Şirketin merkezi Ankara’da bulunmaktadır. Müdürler kuruluna Bay (A) fiziken, Bay (B) ve Bayan (C) ise elektronik ortamda toplantıya mekanına gelmeden bulundukları yerden toplantıya katılıp karar alabilirler.
Müdür sayısı birden fazlaysa her müdür şirketin tüm iş ve işlemleriyle ilgili olarak müdürler kurulu toplantısında;
● Bilgi isteyebilecek,
● Soru sorabilecek,
● İnceleme yapabilecek,
● Defter, belge, sözleşme vs evrakın toplantıya getirilmesini, incelenmesini ve çalışanlardan bilgi alınmasını isteyebilecek.
  1. Anonim Şirketler ödünç para bulmak için borç senetleri (tahvil) çıkarabilirken (TTK md.  504), Limitet Şirketler Tahvil çıkaramadığı gibi menkul değerlerle ilgili aracılık faaliyetinde de bulunamaz.
  2. Anonim Şirketlerde pay sahiplerinin  cebren mahkeme kararıyla şirketten çıkartılması söz konusu değildir. Pay bedelini ifa etmeyen pay sahibi çağrıya rağmen faiziyle birlikte borcunu ödemez ise taahhüt ettiği paylardan yoksun bırakılır (TTK md. 482/2). Buna karşılık Limitet Şirketlerde ise şirket sözleşmesinde bir ortağın genel kurul kararı ile şirketten çıkarılabileceği sebepler öngörülebilir (TTK md. 640). Şirket haklı sebepler dolayısıyla ortağın şirketten çıkartılması için mahkemeye başvurulabilir (TTK md. 640/3). Şirket sözleşmesi, ortaklara şirketten çıkma hakkı tanıyabilir (TTK md. 638/1). Her ortak haklı sebeplerin varlığında şirketten çıkmasına karar verilmesi için dava açabilir (TTK md. 638/2). Şirketten çıkmak isteyen ortak şirketten sermaye payının gerçek değerini isteyebilir (TTK md. 641/1).

  1. Borsada kayıtlı olmayan veya kayıtlı olup  da üç yıl içinde muamele görmemiş A.Ş.’lerde hissedarın ölümü halinde varisler veraset ve intikal beyannamesini hisselerin rayiç bedeli ile değil itibari değeri ile vergi dairesine bildirir ve tahakkuk edecek vergiyi öderler (VİVK md. 10, İkinci fıkra (d) bendi).
Buna karşılık Limitet Şirketlerde ise ortağın ölümü halinde varisler veraset ve intikal beyannamesini ortağın sahip olduğu payların rayiç bedeli üzerinden vergi dairesine bildirir ve tahakkuk edecek vergiyi öderler(VİVK md. 10, İkinci fıkra (a) bendi).
 Bütün bunlara ek olarak Anonim Şirketlerde hissedarlar arasında imtiyaz oluşturulabilir.(İmtiyazlı Pay ve Altın Hisse Kavramı) Bunun için, hisseler farklı gruplara ayrılabilir. Hisselerin devrinde zorlayıcı hükümler konulabilir. Hisse devrinde diğer ortaklara öncelik sağlanabilir. Yönetim Kuruluna yetki verilebilir. Bu suretle hissedarların hisselerini üçüncü kişilere satmaları zorlaştırılabilir hatta imkânsız hale getirilebilir. Yönetim Kurulunun seçiminde hissedar gruplarına imtiyaz tanınabilir. Örneğin bir kısım hissedarın Yönetim Kurulu üyelerinin yarısından bir fazlasını seçme hakkı verilebilir. Sermaye artırımları için Türk Ticaret Kanunu’nda yazılı olan toplantı nisapları ağırlaştırılabilir. Bu suretle sermaye artırımı yoluyla küçük hissedarların paylarının azalması engellenmiş olabilir.
Yukarıda saydığımız bu karşılaştırmalar çerçevesinde yeni kanuna göre şekillenecek olan şirketleşmelerde birçok açıdan Anonim Şirketler Limitet Şirketlere karşı üstünlük göstermektedir.
SERMAYE ARTTIRIMINDA AZINLIK HAKLARININ KORUNMASI
            Sermaye taahhüt edilmek suretiyle sermaye artırılmasının bir koşulu, bilançoda sermayeye eklenmesine mevzuatın izin verdiği fonların bulunmamasıdır. Diğer bir anlatımla, anılan fonların mevcut olması halinde, bu fonlar sermayeye eklenmeden, sermaye taahhüdü yoluyla sermaye artırılamaz. (TTK m. 462/3,1.cüm.). Ancak, hem fonların sermayeye eklenmesi hem de sermaye taahhüt edilerek sermayenin bir arada artırılması mümkündür. Bu hüküm TTK’ da yenidir ve pay sahiplerinin korunması amacı ile konulmuş, istisnası bulunmayan, başka bir deyişle hiçbir sebeple bertaraf edilemeyecek olan emredici bir kuraldır. (m462,fık,s.166) Uygulamada, bazı şirketlerin, bilançoda sermayeye eklenebilece3k bir fon mevcutken veya böyle bir fonun hesaplanıp bilançoya konulması yolu açıkken, önce nakdi sermaye artırımı yaparak ve çoğu kez bunun miktarını yüksek tutarak, artırıma mali durumu iyi olmayan bazı pay sahiplerinin katılmalarından diğer bir grup pay sahibine yarar sağladıkları görülmekteydi. Bu emredici kurala aykırılığın hukuki sonucu butlandır. (m.462, s.165)
Aslında iç kaynaklardan sermaye artırımı VUK m.298,298 mükerrer ve enflasyon muhasebesi sebebiyle de geçici 25 inci maddede ayrıntılı hükümlere bağlanmıştır. Anılan maddelerin bazı maddi hukuk kuralları içerdikleri, bazı vergi hukuku hükümlerinin maddi hukuk normu niteliğini de haiz oldukları gerçektir. Bu sebeple, 462. madde bu konudaki esaslar öngörülmüş ve vergi hukuku bünyesinde yer alan ilgili hükümlerin maddi hukuk nitelikleri tanınmıştır.(m.462,fık.3,s.166)
6762 sayılı TTK’ daki yeniden değerlemeye ilişkin en önemli özellik, işletmelerin bazı istisnalar dışında, yeniden değerleme yapıp yapmamalarının isteğe bağlı olmasıydı.
6102 sayılı TTK’ da ki yeni düzenlemeye göre “hem bu fonların sermayeye dönüştürülmesi hem de aynı zamanda ve aynı oranda sermayenin taahhüt edilmesi yoluyla sermayenin artırılması caizdir.”(m.464/3,2.cüm.). Bu durumda, tescil ile o anda mevcut paylarının sermayeye oranına göre bedelsiz payları kendiliğinden iktisap ederler (m.462/3,son cüm.) Bedelsiz paylar üzerindeki hak kaldırılamaz ve sınırlandırılamaz; bu haktan vazgeçilemez. (m.462/3, son cüm.)

İMTİYAZLI PAY VE ALTIN HİSSE KAVRAMI
 Bu tip pay sahipleri ve hisse senetlerini ellerinde bulunduranlar diğer hissedarlar karşısında bazı avantajlara sahiptir. İmtiyazlı hisse sahibine genellikle ya safi kârda, ya net aktifte ya da her ikisinde öncelik hakkı sağlar. Bu senetler kuruluşta, ya da çoğu zaman olduğu gibi finansal güçlükler yüzünden sermayesi azalmış bir ortaklığın sermayesinin arttırılması sırasında çıkarılır. Ticaret Kanunumuz bazı nevi hisse senetlerine (İmtiyazlı hisse senetlerine) esas sözleşme ile kâr payı veya tasfiye halinde ortaklık mevcudunun dağıtılmasında v.b. konularda imtiyaz tanınabileceğini hükme bağlamıştır.
01.07.2012 tarihine kadar yürürlükte olan Türk Ticaret Kanunu imtiyazlı hisselere ilişkin hükümleri belirlemiş, yeniden düzenleme yapılarak yürürlüğe girecek olan yeni kanunda da konuya ilişkin daha ayrıntılı detaya girilmiş ve anlaşılması daha kolay hale getirilmiştir.
01.07.2012 tarihinde yürürlüğe girecek olan Yeni Türk Ticaret Kanunumuzun imtiyazlı pay ile ilgili durumu da açıkça ortaya koymaktadır. Yasanın ilgili maddelerinden bir kaçı şu şekildedir;
 MADDE 478- (1) İlk esas sözleşme ile veya esas sözleşme değiştirilerek bazı paylara imtiyaz tanınabilir.
(2) İmtiyaz; kâr payı, tasfiye payı, rüçhan ve oy hakkı gibi haklarda, paya tanınan üstün bir hak veya kanunda öngörülmemiş yeni bir pay sahipliği hakkıdır.
(3) 360 ıncı madde hükmü saklıdır.
MADDE 360- (1) Esas sözleşmede öngörülmek şartı ile, belirli pay gruplarına, özellik ve nitelikleriyle belirli bir grup oluşturan pay sahiplerine ve azlığa yönetim kurulunda temsil edilme hakkı tanınabilir. Bu amaçla, yönetim kurulu üyelerinin, belirli bir grup oluşturan pay sahipleri, belirli pay grupları ve azlık arasından seçileceği esas sözleşmede öngörülebileceği gibi, esas sözleşmede yönetim kurulu üyeliği için aday önerme hakkı da tanınabilir. Genel kurul tarafından yönetim kurulu üyeliğine önerilen adayın veya hakkın tanındığı gruba ve azlığa mensup adayın haklı bir sebep bulunmadığı takdirde üye seçilmesi zorunludur. Bu şekilde tanınacak temsil edilme hakkı, halka açık anonim şirketlerde yönetim kurulu üye sayısının yarısını aşamaz. Bağımsız yönetim kurulu üyelerine ilişkin düzenlemeler saklıdır.
(2) Bu maddeye göre yönetim kurulunda temsil edilme hakkı tanınan paylar imtiyazlı sayılır.
Oyda İmtiyazlı Paylar
 MADDE 479- (1) Oyda imtiyaz, eşit itibarî değerdeki paylara farklı sayıda oy hakkı verilerek tanınabilir.
(2) Bir paya en çok on beş oy hakkı tanınabilir. Bu sınırlama, kurumlaşmanın gerektirdiği veya haklı bir sebebin ispatlandığı durumlarda uygulanmaz. Bu iki hâlde, şirketin merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesinin, kurumlaşma projesini veya haklı sebebi inceleyip, bunlara bağlı olarak, sınırlamadan istisna edilme kararını vermesi gerekir. Projede yapılacak her değişiklik mahkeme kararına bağlıdır. Kurumsallaşmanın gerçekleşmeyeceğinin
anlaşıldığı veya haklı sebebin ortadan kalktığı hâllerde istisna etme kararı mahkeme tarafından geri alınabilir.
(3) Oyda imtiyaz aşağıdaki kararlarda kullanılamaz:
a) Esas sözleşme değişikliği.
b) İşlem denetçilerinin seçimi.
c) İbra ve sorumluluk davası açılması.
İmtiyazlı Pay Sahipleri Özel Kurulu
MADDE 454- (1) Genel kurulun esas sözleşmenin değiştirilmesine, yönetim kuruluna sermayenin arttırılması konusunda yetki verilmesine dair kararıyla yönetim kurulunun sermayenin arttırılmasına ilişkin kararı imtiyazlı pay sahiplerinin haklarını ihlal edecek nitelikte ise bu karar anılan pay sahiplerinin yapacakları özel bir toplantıda, aşağıdaki hükümler uyarıca, alacakları bir kararla onanmadıkça uygulanamaz.
(2) Yönetim Kurulu, en geç genel kurul kararının ilan edildiği tarihten itibaren bir ay içinde özel kurulu toplantıya çağırır. Aksi hâlde, her imtiyazlı pay sahibi yönetim kurulunun çağrı süresinin son gününden başlamak üzere, on beş gün içinde, bu kurulun toplantıya çağrılmasını şirketin merkezinin bulunduğu yer asliye ticaret mahkemesinden isteyebilir.
(3) Özel kurul imtiyazlı payları temsil eden sermayenin yüzde altmışının çoğunluğuyla toplanır ve toplantıda temsil edilen payların çoğunluğuyla karar alır. İmtiyazlı pay sahiplerinin haklarının ihlal edildiği sonucuna varılırsa karar gerekçeli bir tutanakla belirtilir. Tutanağın on gün içinde şirket yönetim kuruluna teslimi zorunludur. Tutanakla birlikte, genel kurul kararının onaylanmasına olumsuz oy verenlerin, en az nisabı oluşturan sayıda imzalarını içeren liste ile bu maddenin sekizinci fıkrası hükmü gereği açılabilecek dava için geçerli olmak üzere ortak bir tebligat adresi de yönetim kuruluna verilir. Tutanak, birlikte verilen bilgilerle beraber tescil ve Türkiye Ticaret Sicili Gazetesinde ilan edilir. Bu hükümdeki şartlara uyulmadığı takdirde özel kurul kararı alınmamış sayılır.
(4) Genel kurulda, imtiyazlı payların sahip veya temsilcileri, esas sözleşmenin değiştirilmesine, üçüncü fıkrada öngörülen toplantı ve karar nisabına uygun olarak olumlu oy vermişlerse ayrıca özel toplantı yapılmaz.
(5) Çağrıya rağmen, süresi içinde özel kurul toplanamazsa, genel kurul kararı onaylanmış sayılır.
(6) Özel kurul toplantısında, 407 nci maddenin üçüncü fıkrası çerçevesinde, Bakanlık temsilcisi de hazır bulunur ve tutanağı imzalar.
(7) Yönetim Kurulu, özel kurulun onaylamama kararı aleyhine, karar tarihinden itibaren bir ay içinde, genel kurulun söz konusu kararının pay sahiplerinin haklarını ihlal etmediği gerekçesi ile, bu kararın iptali ile genel kurul kararının tescili davasını, şirketin merkezinin bulunduğu yer asliye ticaret mahkemesinde açabilir.
(8) İptal davası, genel kurul kararının onaylanmasına olumsuz oy kullananlara karşı yöneltilir.
 HASILAT PAYLAŞIMINA DAYALI GAYRİMENKUL SATIŞ SÖZLEŞMELERİ VE ÖZELLİKLİ KONULAR
Hasılat paylaşımını Sahibi bulunduğunuz arsayı bir sözleşme karşılığında müteahhide vererek üzerine yapılacak daire ve dükkanların satış hasılatlarının belli bir yüzdesini alma olarak tanımlayabiliriz.
Bir nevi kat karşılığı daire teslimine benzeyen ancak arsa karşılığında daire veya dükkan alınmayıp satılan daire ve dükkanların hasılatının belli kısmının alınması örneğin %40 veya %50 si gibi.
Bu tür sözleşme ile hasılatın paylaşılmasında arsa sahibin hem KDV hem de Gelir vergisi yönünden avantajları fazla.
Kdv avantajı
Hasılat paylaşımı sözleşmesi kapsamında hasılatın paylaşılması durumunda İnşaat firmasının, daire ve dükkanları satarak hasılatın belli bir yüzdesini arsa sahibine vermesi, yukarıdaki üç ana unsura da girmediğinden Arsa sahibi açısından KDV’ye tabi değildir.
Hasılat paylaşımı ve gelir paylaşımı gibi yöntemlerle yapılan inşaat işlerinde, bağımsız birimlerin üçüncü şahıslara satışında, vergiyi doğuran olayın vuku bulduğu tarihte sadece müteahhit tarafından üçüncü şahıslara fatura düzenlenir ve faturada gösterilen toplam bedel üzerinden bağımsız birimin niteliğine göre %1 veya %18 oranında KDV hesaplanır.
Ancak burada unutulmaması gereken en önemli husus arsa sahibinin vergi mükellefiyeti olamayan ve arsa alım-satımını sürekli ve mutad bir faaliyet olarak sürdürmeyen gerçek bir kişi olması gerekiyor. Aksi halde olay ticari kazanç hükümlerine göre vergilendirileceği için KDV’ye de tabi olacaktır.
Gelir vergisi avantajı
Arsa sahibinin arsa alım satımı gibi sürekli bir faaliyetinin olmaması halinde olayın ticari boyutundan bahsedilemeyeceği için sadece gelir vergisi açısından değer artışı kazancı sayılıp sayılmayacağı hususu önemlidir. Bu durumda da arsanın ediniliş şekli ve zamanı değer artışı vergisi açısından önemlidir. Gayrimenkullerde ediniliş (İktisap) tarihinin zamanı 25 Mart 2011 tarih ve GVK.76/2011-2 seri nolu GVK sirkülerinde örneklerle açıklanmıştır.
• Arsa Miras ya da Bağış Yolu İle Edinilmiş ise (İvazsız intikal)
Gelir Vergisi sirküsünde ivazsız intikallerde arsanın müteahhide kat karşılığı verilmesi sonucunda elde edilecek gelirin gelir Vergisine tabi tutulmayacağı açıklanmıştır. Hasılat paylaşımı da bir nevi arsanın müteahhide kat karşılığı vermesi gibi kabul edilmektedir.
• Arsanın Satın Alma Yolu İle Edinilmiş Olması:
GVK nun 80 inci maddesinde arsanın, satın alma tarihinden itibaren beş yıl geçtikten sonra(1 Ocak 2007’den önce edinilenlerde dört yıl) elden çıkartılmasından sağlanan kazanç (hasılat payı ile arsanın satın alma bedeli arasındaki fark) “değer artışı kazancı” olarak gelir vergisine tabi değildir.
Ancak arsanın satın alma tarihinden itibaren 5 yıl içinde elden çıkarılması gelir vergisine tabidir. Bu durumda arsanın iktisap (edinme) bedeli ile hasılattan alınan pay arasındaki fark “değer artışı kazancı” olarak gelir vergisine tabi tutulacaktır.
Hasılat paylaşımında yıl içinde birden fazla daire ya da işyeri satışında vergi idaresince olay arsa sahibi açısından “ticari kazanç” olarak da nitelendirilemeyecektir. Halbuki arsa karşılığı kat tesliminde böyle bir risk mevcuttur.

 S.M.M.M Halil KOÇ



19 Ağustos 2013 Pazartesi

Malulen Emeklilik.


Malulen emeklilik, SGK’lıların önemli yasal haklarından biridir. Malullük, çalışma veya meslekte kazanma gücünün kısmen veya tamamen kaybedilmesi nedeniyle sürekli bir gelir kaybına yol açan fizyolojik bir risk olarak kabul edilmektedir. Malullük sigortası, ilk defa sigortalı çalışmaya başlanılan tarihten sonra malul kalan ve bu nedenle çalışma gücünü kısmen veya tamamen yitiren sigortalıların gelir kayıplarını gidermek amacı ile kurulmuş bir sigorta koludur.Yani tabiri caizse, yaşına bakılmaksızın, engeli nedeniyle çalışma/meslekte kazanma gücünü yüzde 60’tan fazla oranda kaybeden sigortalılara tanınan bir erken emeklilik yoludur.

Gerekli koşulları sağlayanlara, müracaatları üzerine malullük aylığı bağlanmaktadır. Çalışma gücünü veya iş kazası veya meslek hastalığı sonucu meslekte kazanma gücünü en az % 60 oranında kaybeden 4/a ve 4/c sigortalıları malul sayılmaktadır. 4/c sigortalıları açısından malul sayılmak için sigortalının ya çalışma gücünü en az yüzde 60 oranında kaybetmesi ya da vazifelerini yapamayacak şekilde meslekte kazanma gücünü kaybetmeleri gerekmektedir.Malullük aylığına hak kazanmak için malul sayılmak tek başına yeterli değildir. Sigortalının en az 10 yıl sigortalılık süresinin bulunması, ayrıca en az 1800 gün uzun vadeli sigorta kollarında prim ödemiş olması gerekir. Ancak sigortalı başka birinin sürekli bakımına muhtaç derecede malul ise sigortalılık süresi aranmaz, en az 1800 gün prim ödemesi yeterli olur. Sigortalının veya işverenin talebi üzerine SGK tarafından yetkilendirilen sağlık hizmeti sunucularının sağlık kurullarınca usulüne uygun düzenlenecek raporlar ve dayanağı tıbbî belgelerin incelenmesi sonucu,
a) 4/a (SSK) ve 4/b (Bağ-Kur) kapsamındaki sigortalılar için çalışma gücünün veya iş kazası veya meslek hastalığı sonucu meslekte kazanma gücünün en az yüzde 60’ını,
b) 4/c (Kamu Görevlileri) kapsamındaki sigortalılar için çalışma gücünün en az yüzde 60’ını veya vazifelerini yapamayacak şekilde meslekte kazanma gücünü kaybettiği Kurum Sağlık Kurulunca tespit edilen sigortalı, malullük sigortası bakımından malul sayılmaktadır.
Çalışma gücünün en az yüzde 60 oranında yitirildiği sözleşmeli sağlık sunucularınca düzenlenecek usulüne uygun sağlık kurulu raporu ve dayanağı tıbbi belgelerin Bölge Sağlık Kurulu tarafından incelenmesi sonucu tespit edilecektir. Ancak özellikle belirtelim ki; sigortalı olarak ilk defa çalışmaya başladığı tarihten önce sigortalının çalışma gücünün yüzde 60’ını veya vazifesini yapamayacak derecede meslekte kazanma gücünü kaybettiği önceden veya sonradan tespit edilirse, sigortalı bu hastalık veya özrü sebebiyle malullük aylığından yararlanamaz.Örneğin; böbrek rahatsızlığı nedeniyle tedavi gören bir sigortalının çalışma gücünü en az yüzde 60 oranında yitirdiğine Bölge Sağlık Kurulunca karar verilirse, bu sigortalı malul sayılacaktır. Ancak hastalığa dayalı maluliyetin ilk defa sigortalı olmadan önce var olduğu Bölge Sağlık Kurulunca tespit edildiği takdirde sigortalı hakkında malullük sigortası hükümlerinin diğer bir ifade ile malullük aylığından yararlanması mümkün olmayacaktır.
1/9/2013 tarihinde yürürlüğe girecek olan Maluliyet Tespiti İşlemleri Yönetmeliği ile getirilen en önemli değişiklik Balthazard formülünün kaldırılmasıdır.
Ancak, birden fazla hastalığın bir arada olduğu ve tedaviye rağmen çalışma olanağı vermediğine Kurum sağlık kurulunca karar verilenler malul sayılır. Malullük tespitinde Balthazard formülünün uygulanmaması nedeniyle malulen emekli olmak eskiye nispeten biraz daha kolay olacaktır.Yine bazı hastalıklar da malullük listesine alınarak engellilerin malulen emekliliği daha kolay hale gelmiştir. Yönetmelikte yer alan Hastalık Listesi’nde belirtilen hastalıkların meydana geldiği tespit edilen sigortalının hak sahibi veya bakmakla yükümlü olduğu çocuğu malul sayılacak. Ayrıca malulen emeklilik kapsamı genişletilerek, diyaliz, tüberküloz gibi pek çok kronik hastalıkta artık maluliyet kapsamına alınacak.
RESUL KURT / STAR

MÜKELLEFLERİN TAŞINMAZLARINA KONULAN HACİZLERİN KALDIRILMASI


VERGİ BORCUN DOLAYI   MÜKELLEFLERİN TAŞINMAZLARINA KONULAN  HACİZLERİN  KALDIRILMASI-Dr. Mustafa  ALPASLAN-SMMM                                           “YAKLAŞIM DERGİSİ,  HAZİRAN  2013, SAYI:246, YIL:21  SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR”
 Bilindiği gibi, 6183 sayılı AATUHK’nun 62. maddesine göre;  amme borçlusunun elinde bulunduğu menkul malları ile  gayrimenkullerinden  alacak ve haklarından  amme alacağına  yetecek  miktarı kadar alacaklı tahsil  daireleri tarafından  haczedilmektedir.[1] Ancak  uygulamada vergi daireleri  62. maddede yer  alan  kafi miktarda haciz yerine  amme borçlusunun mevcut bütün  gayrimenkullerine haciz koymaktadırlar.  Daha sonra bu  hacizlerin  kaldırılması  sorun olmaktadır.  Haczi koyan vergi dairesi  haczi kaldırırken  Türkiye çapında bütün  vergi dairelerinde  borç araştırması  yapmaktadır.[2]
 Önceden haczedilen menkul ve gayrimenkullerin bilahare  serbest bırakılması, gayrimenkuller üzerindeki  hacizlerin tapuda fek edilmesi borcun ödenmesine bağlıdır.[3]  Borç ödenmediği takdirde  haczin kaldırılması mümkün değildir. Alacak tutarından fazla değerde yapılan   ve konulan hacizlerin vergi dairesi  veya SGK tarafından  kaldırılması  gerekecektir. [4]  Diğer taraftan,  borçluya ait mallardan kamu alacağını karşılamaya yetecek miktardan fazlası  ise haciz edilemez. [5]
 6183 sayılı  AATUK’nun 62. maddesine göre, alacaklı  tahsil dairesi  haciz sırasında amme idaresi   ile borçlunun menfaatlerini telif etmek (dengelemek) zorundadır.[6]   Bu nedenle, haciz sırasında idare, icra memuru borçlunun  ileride düşebileceği  durumları tahmin etmek ve buna göre  haciz yapmak  zorundadır. Haczedilen mallara değer biçme yetkisi menkul mallarda icra memuruna aittir.  Bu nedenle, icra memurlarının haciz sırasında haciz tutanakları üzerinde koyduğu değerleri takdir ederken bir eksper gibi davranmak zorundadır. Afaki değer takdirleri ileride bu malların satışa çıkarılması  halinde  satışını güçleştirebilir.  Rasyonel bir davranış haczedilen menkul mallarda makul ve gerçeğe uygun değerin belirlenmesidir.
 Bilindiği gibi,  yürürlüğe giren 6111 sayılı  Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılmasına Dair Kanun hükümlerine göre taksite bağlanan borçlar taksit  süreleri içerisinde düzenli ödenmesi zorunludur.  Taksitlerin aksatılmaması  esastır.  Yıl içerisinde iki kez aksatabilme imkanı getirilmiştir.  Netice itibariyle,  ödemelerin düzenli yapılmış olması  halinde, yapılan ödemelerin toplam barca nispeti dahilinde  hacizlerin çözülmesi prensip olarak kabul edilmiştir. Vergi yada sigorta prim affından yararlanmak için başvuranlar, borçlarını örneğin 36 ay vadede ödemek için dilekçe verdiklerinde, bu borçlardan kaynaklanan hacizler hemen kaldırılmayacaktır. Ödeme yapıldıkça, ödemeye isabet eden oranda  hacizler kaldırılacak ve alınan teminatların iadesi söz konusu  olacaktır.[7]
 Diğer yandan, motorlu  taşıtlar vergisi ödemeleri hakkında satışlar ve vizelerde  ise yeni af kanunu  aşağıdaki hükümleri  getirmektedir. 6111 sayılı Kanunun 2. maddesinin 4. fıkrası uyarınca Kanun kapsamında ödenecek olan motorlu taşıtlar vergisi ve bu vergiye bağlı gecikme faizi ve gecikme zammı yerine bu Kanunun yayımlandığı tarihe kadar TEFE/ÜFE aylık değişim oranları esas alınarak hesaplanacak tutarın ait olduğu taşıt için, bu Kanun hükümlerinin ihlal edilmemiş olması koşuluyla bu Kanunda belirtilen ödeme süresi sonuna kadar 18/2/1963 tarihli ve 197 sayılı Motorlu Taşıtlar Vergisi Kanununun 13 üncü maddesinin (d) fıkrası hükmü uygulanmadan, taksit ödeme süresi sonuna kadar taşıtlarının fenni muayenelerini yaptırmalarına ve uçuşa elverişli belgelerini almalarına imkan verilecektir.Ancak, taşıtın satış ve devri halinde taksitlendirilen borcun tamamının ödenmesi şartının aranılacağı tabiidir.[8]
 Diğer yandan,  6111 sayılı yasanın  20. maddesinin 3. bend hükmü gereğince “… bu  kanuna göre ödenecek alacaklarla ilgili olarak, tatbik edilen  hacizler yapılan ödemeler nispetinde kaldırılır ve buna isabet eden  teminatlar iade edilir” hükmü bulunmaktadır.Bu  aşamada borçlarını yapılandıranlar  hakkında  ihale  makamlarına “borcu yoktur kağıdı”   verilmektedir. Ayrıca, SGK borçlarını da yapılandıran işverenlere “ilişiksiz belgesi” verilebilmektedir.  Kesin hacizlerin çözümünde ise, mutlak surette borcun tamamıyla itfa dilmesi gerekmektedir. Sonuç olarak, bu yeniden yapılandırma veya af yasası evvelce vergi borcu nedeniyle haczedilmiş gayrimenkullerin  satılmak istenmesi  durumunda  borç bitmediği sürece  hacziler çözülmez. Yapılan ödemelerin  toplam borca  oranlaması yapılarak  bu ödemelere uygun olarak  kısım kısım  konulan hacizler  çözülecektir. Teminat takası ise bazı hallerde mümkün bulunmaktadır.  Üzerindeki  haczi kaldırılacak olan  gayrimenkulle eşdeğerde bir başka  gayrimenkul  vergi dairesine verilmediği sürece  hacizler yine çözülmez. Teminat takası yapılmaz.   Borca yetecek miktarda banka teminat  mektubu  verildiği takdirde gayrimenkul hacizleri çözülür.Bir gayrimenkul üzerine daha önceden  rehinli bir alacak nedeniyle rehin varsa,  amme borcu nedeniyle  konulacak  hacizler rehinli alacağın önüne geçemez.[9] Rehinli alacakların, amme alacağına göre  öncelik sırası  bulunmaktadır.Öte yandan, SGK kurumu  tarafından  yayımlanan 18/3/2011 gün ve 166 sayılı 2011/29 genelge hükümlerine göre de kuruma olan borçlarından dolayı üçüncü kişilerdeki hak ve alacaklarına (maaş, aylık veya gelir, kira, mevduat, istihkak, hak ediş vb) 6183 sayılı  kanunun 79. maddesine göre haciz konulmuş olan borçluların, söz konusu borçları için yeniden yapılandırma başvurusunda bulunmaları halinde, üçüncü kişiler nezdindeki hak ve  alacaklar üzerine konulan  hacizler;
a)     Peşin ödeme yolunun  tercih edilmesi halinde, borcun tamamının  ödenmesinin,
b)     Taksitle ödeme  yolunun tercih edilmesi halinde ise, ilk taksitin ödenmesinin ardından kaldırılacaktır. Hal  böyle olmakla birlikte, hak ve alacaklar üzerine konulmuş olan  hacizlerin kaldırılmasından  önce  üçüncü kişiler tarafından  kurum hesaplarına yatırılan  paralar,
c)     24/2/2011 ve öncesinde yatırılmış ise, yeniden  yapılandırma işlemlerinden önce cari  usul ve esaslara göre,
d)     24/2/2011 tarihinden sonra yatırılmış ise, yeniden  yapılandırma işlemlerinin tamamlanmasının  ardından  peşin  veya taksitler halinde ödenecek tutarlara,mahsup edilecektir.
 Kanunun  yürürlük  tarihinden  önce haczedilip, bu  tarihten sonra kurum hesaplarına aktarılan  tutarın,  yapılandırılan alacak tutarından  fazla  olması  halinde ise, söz konusu  paralar varsa kapsama girmeyen diğer alacaklara mahsup edilecek, yoksa 5510 sayılı kanunun 89. maddesine istinaden ilgililere iade edilecektir.Diğer taraftan, taşınır ve taşınmaz mallar üzerindeki hacizlerin kaldırılması  konusuna gelince; 6111 sayılı kanun kapsamına giren alacaklardan dolayı daha önce taşınır ve taşınmaz mallar üzerine haciz tatbik edilmiş ise, hacze konu malın  birden  fazla olması  ve her birinin değerinin ayrı ayrı  belirlenebilir  nitelikte ya da ayrı  ayrı  tescile konu olması şartıyla,  haczin devam edeceği malın değerinin en az yeniden yapılandırma öncesindeki toplam borç tutarını karşılaması ve borçlu tarafından yazılı talep edilmesi kaydıyla, daha önce konuşmuş hacizler yapılan ödemeler nispetinde kaldırılacak, alınmış teminatlar ise yine yapılan ödemeler nispetinde iade edilecektir.
 [1] 6183 sayılı  AATUHK’nun Genel Tebliğ Seri A Sıra No 1, Seri A Sıra 2.
 [2] Haczi koyan  (A)  Vergi dairesine mükellefin 40.000 TL borcunun olduğunu  varsayalım.  Borçlu mükellef (A) vergi dairesine  40.000 TL’yi  ödemesi halinde  haciz hemen  çözülmemektedir.  Borçlu  bu mükellefin  (A) vergi dairesi  dışındaki başkaca vergi dairelerine de borcunun olup olmadığı Türkiye çapında bütün  vergi dairelerine sorgulaması  yapılmaktadır. Bu  sorgulama neticesinde başkaca  vergi dairelerine da borç varsa bu  ödemelerin  yapılmasıyla (A)  vergi dairesinin  haczi ancak  bu işlemlerden  sonra kaldırılabilmektedir.
 [3] Vergi dairesine amme borçlusu  tarafından  verilmiş  bir olan  gayrimenkul teminatı   takas edilerek de yerine başka bir gayrimenkul konulup  önceki teminat kaldırılabilir.  Böylece,  kaldırılacak teminat  değeri  kadar  yeni bir teminatın  verilmesi ile eski teminat   çözülmüş olabilir.  Bu konuda alacaklı amme idaresi  teminatı kaldırırken  yeni  verilecek  teminatın  değerini değerleyip buna göre kabul edebilir.  Teminatın değerlendirilmesi sırasında  takas yapılacak  gayrimenkulle ilgili  mükellefin  elinde  varsa bir ekspertiz raporu veya  herhangi bir  değerleme tutanakları  veya raporları  alacaklı amme idaresine sunulabilir.
 [4] Bkz. YERLİKAYA G.Kürşat,  6183 sayılı Amme Alacaklarının  Tahsil  Usulü Hakkında Kanun Şerhi,  XII Levha Yayınları, İstanbul, Ocak 2012.
 [5] Danıştay 3. Dairesi, 21.04.1993 tarih ve E:1991/3465-K:1993/1455 sayılı kararı.
 [6] Danıştay 3. Dairesi, 22.01.1991 tarih ve E:1991/1116-K:1992/189 sayılı kararı.
[7] 6111 sayılı yasa md.2.
 [8] İzmir Vergi Dairesi Başkanlığı Mükellef Hizmetleri Usul Grup Müdürlüğü  yazıları, 30.04.2013 gün ve 2081 sayılı yazı.
[9] ALPASLAN Mustafa – SAKAL Mustafa, Vergi Hukuku Uygulaması – I, İzmir, Ocak 2008, s.350.

15 Ağustos 2013 Perşembe

Sigorta acentesinin araç alım ve satımı hk.özelge.

Sigorta acentesinin araç alım ve satımı hk.

Tarih 19/01/2012
Sayı B.07.1.GİB.4.34.17.01-KDV.17-176
Kapsam
 
T.C.
GELİR İDARESİ BAŞKANLIĞI
İSTANBUL VERGİ DAİRESİ BAŞKANLIĞI
Mükellef Hizmetleri Katma Değer Vergisi Grup Müdürlüğü


Sayı
:
B.07.1.GİB.4.34.17.01-KDV.17-176
19/01/2012
Konu
:
Sigorta acentesinin araç alım ve satımı

            İlgide kayıtlı özelge talep formunuzda, sigorta aracılık faaliyetinizde kullanmak amacıyla satın alınacak aracın alımında ödenen KDV nin indirim konusu yapılıp yapılamayacağı ile satılması durumunda KDV yönünden yapılacak işlemler hakkında Başkanlığımız görüşü istenilmektedir.
             KDV Kanununun 1/1 inci maddesine göre, Türkiye'de ticari, sınai, zirai faaliyet ve serbest meslek faaliyeti çerçevesinde yapılan teslim ve hizmetler KDV ye tabi olup, Kanunun 17/4-e maddesinde ise sigorta aracılarının sigorta şirketlerine yaptığı sigorta muamelelerine ilişkin işlemlerinin KDV'den istisna olduğu hükme bağlanmıştır.
             Konu ile ilgili açıklamaların yapıldığı 110 Seri No.lu KDV Genel Tebliğinde, KDV Kanununun (17/4-e) maddesinde 5766 sayılı Kanunun (12/a) maddesi ile değişiklik yapılarak sigorta aracılarının sigorta şirketlerine yaptığı sigorta muamelelerine ilişkin hizmetlerin KDV den istisna edildiği, 5684 sayılı Sigortacılık Kanununun "Tanımlar" başlıklı 2 nci maddesinde, sigorta acenteleri ve brokerlerinin aracı olarak tanımlandığı, sözleşme yapma ve prim tahsil etme yetkisi bulunan veya bulunmayan sigorta acenteleri ile sigorta brokerlerinin sigorta şirketlerine yaptığı sigorta muamelelerine ilişkin işlemleri karşılığı aldığı komisyon bedelleri üzerinden KDV hesaplanmayacağı, dolayısıyla, faaliyetleri tamamen bu istisna kapsamındaki işlemlerden oluşan, hiçbir vergilendirme döneminde vergiye tabi işlemleri bulunmayan sigorta aracılarının bu istisna kapsamındaki işlemleri nedeniyle KDV beyannamesi vermeyecekleri ifade edilmiştir.
             Bu açıklamalar çerçevesinde sigorta aracılık hizmeti veren Şirketinizce;
             - KDV ye tabi faaliyetiniz bulunmadığı müddetçe KDV beyannamesi verilmeyecektir.
             -Faaliyetinizde kullanmak üzere satın alacağınız ticari araca ait yüklenilen KDV indirim konusu yapılmayacak, söz konusu vergi işin mahiyetine göre gider veya maliyet unsuru olarak dikkate alınacaktır.
             - Söz konusu aracın ileride satışa konu edilmesi halinde ise satış işlemi KDV ye tabi olacak ve hesaplanan KDV işlemin gerçekleştiği dönem için bir defaya mahsus verilecek olan 1 No.lu KDV Beyannamesi ile beyan edilerek ödenecektir.
             Bilgi edinilmesini rica ederim.


(*)     Bu Özelge 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 413.maddesine dayanılarak verilmiştir.
(**)   İnceleme, yargı ya da uzlaşmada olduğu halde bu konuya ilişkin olarak yanlış bilgi verilmiş ise bu özelge geçersizdir.
(***) Talebiniz üzerine tayin edilmiş olan bu özelgeye uygun işlem yapmanız hâlinde, bu fiilleriniz dolayısıyla vergi tarh edilmesi icap ederse, tarafınıza vergi cezası kesilmeyecek ve tarh edilen vergi için gecikme faizi hesaplanmayacaktır.

13 Ağustos 2013 Salı

İŞÇİNİN İŞE MAZERETSİZ GELMEMESİ DURUMUNDA YAPILACAKLAR


İŞÇİNİN İŞE MAZERETSİZ GELMEMESİ DURUMUNDA YAPILACAKLAR
İşçi 2 günden fazla mazeretsiz işe gelmediğinde yapılacak işlemler.

1-İki gün işe gelmediğine dair iki adet tutanak tutulacak.

2-Örneğin 04/07/10 ve 05/07/10 tarihlerinde gelmeyen işçi için 06/07/2010 tarihinde (en geç durumun öğrenilmesinden itibaren 6 iş günü içinde) tebligat yapılmalı. Tebligat diyorum ama bu tebligat aslında İŞE DAVET yazısıdır. Yazıyı aldığı tarihten itibaren 3 gün içinde geçerli mazeretlerini bildirmesi aksi takdir de 4857/25-II-g ye göre fesih yapılacağı bildirilir.

3- Tebligatın (noterden yapın) işçiye ulaştığı tarihi noterden öğreneceksiniz. Bu tarihten sonra 3 gün içinde gelip geçerli mazeret bildirmezse (ispat edici vesikalarla) 4.gün iş akdini ilgili madde gereği fesh edeceksiniz ve bu fesih bildirimin de noter ile işçiye ileteceksiniz.

Yanı 04/07/10 - 05/07/10 tarihlerinde gelmeyen bu kişilere 06/07/10 tarihinde noterden tebligat yapacaksınız. Diyelim ki tebligatın 10/07/0/10 işçiye ulaştığını noterden tespit ettiniz. Bu durumda 11/12/13/07-10 tarihlerinde işçi geçerli mazeretini bildirmezse 14/07/2010 günü iş akdini ilgili maddeye göre feshedip yine tebligatını yapacaksınız.

04/07/2010 dan 14/07/2010 a kadar geçen günlerin primlerini ödemeyip, eksik gün sebebi olarak devamsızlığı gösterip, tutanakları ve noterden yapılan tebligatı EK-10 ekinde kurama vereceksiniz.

7 Ağustos 2013 Çarşamba

Takdir Komisyonu kararına bağlı tarhiyata karşı.....



-KDV beyannamesi verilmemesi nedeniyle olayın takdir komisyonuna sevki yerinde olmakla beraber, ihtilaflı yıl defter ve belgeleri üzerinde ilgili yıl için verildiği belirtilen gelir vergisi beyanları da dikkate alınarak bilirkişi incelemesi yaptırılması ve bunun sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, bilirkişi incelemesi yaptırılmadan verilen kararda yasal isabet yoktur.

-Mükellefiyet kaydını sildirmeyen şirket hakkında resen takdire gidilmesi yerinde ise de takdir edilen matrahın dayanağının gösterilmesi gerekirken, bu yapılmadan genel ve soyut ifadelerle matrah takdiri yerinde değildir. Şirketin faaliyetini sürdürdüğü ve kazanç elde ettiği yolunda bir tespit ve araştırma yapılmaksızın ticaret sicilinden kaydının silinmemiş olması, şirketin faaliyette olduğunu göstermeye yeterli değildir.

-Defter ve belgelerin incelemeye ibraz edilmemesi resen takdir nedeni ise de takdir komisyonunca davacının beyan ettiği gelirin gerçeğe uygun olup olmadığı yönünde herhangi bir araştırma ve inceleme yapılmadan, genel ifadelerle matrah takdir edilmesi yasaya uygun değildir.

-Takdir komisyonları VUKun 72. md gereğince inceleme yetkisini haiz olduklarından inceleme raporu düzenlenmeden takdire sevk edilen konularda somut verilere dayanarak matrah takdir etmeleri gerekir. Takdir komisyonunun bu şekilde yapması gereken incelemelerin yargı yerince yapılması, 2577 sayılı Yasa?nın 2. maddesinin 2. fıkrasına aykırıdır.

-Vergi matrahının resen belirlenebilmesi için idarece yükümlünün teslim ve hizmet bedeli ile hasılat elde ettiğinin saptanması gerekmekte olup, bu yolda herhangi bir tespit yapılmaksızın, inceleme ve araştırmaya dayanmayan genel ifadelerle matrah takdir edilmesinde VUKnun 31/8. maddesine uyarlık bulunmamaktadır.

-İşletmeden çekilen işyeri için VUKun 267. maddesindeki ilk iki sıra atlanarak emsal bedelin takdiri için takdir komisyonuna gidilmesi yerinde ise de takdir komisyonu kararında VUKun 31/8. maddesine aykırı olarak, takdirin dayanağının gösterilmemiş olması yapılan tarhiyatın iptalini gerektirir.

-Mükellefiyet kaydı kapatılmadığından mükellefiyet devam ettiğinden, beyanname verilmemesi resen takdir nedenini oluşturmakta ise de, takdir komisyonunca matrah takdir edilirken, mükelefin faaliyette bulunup bulunmadığı, faaliyette bulunmuş ise, gelir elde edip etmediği gibi hususların araştırılması ve buna göre kazancın gerçeğe en yakın şekilde saptanması gerekirken soyut ifadelere göre matrah takdir edilmesi ve buna göre tarhiyat yapılmasında isabet yoktur.

-KDV beyannamelerinin verilmemesi resen takdir nedeni ise de, VUKun 31/8. maddesine göre takdirin müstenidatının bulunmaması nedeniyle cezalı tarhiyatın kaldırılması yerindedir.

-Herhangi bir inceleme ve araştırmaya dayanmayan ve soyut ifadeleri içeren takdir komisyonu kararıyla tesbit edilen matrah üzerinden tarhiyat yapılamaz.

-KDV beyannamelerinin verilmemesi nedeniyle olayın takdir komisyonuna sevkinin yerinde olduğu, ancak varsayıma dayalı olarak matrah takdir edildiğinden takdir edilen matrah üzerinden yapılan tarhiyatta hukuka uygunluk bulunmamaktadır.

-Gelir vergisi beyannamesi verilmemesi nedeniyle matrahın resen takdiri yerinde olmakla birlikte; takdir komisyonunca hiçbir inceleme ve araştırmaya dayanılmaksızın genel ifadelerle matrah takdir edilerek yapılan tarhiyatta yasaya uyarlık bulunmamaktadır.

-Ticari işletmenin aktifinde kayıtlı taşıt aracı satış bedelinin kasko sigorta değerinden düşük görülmesi üzerine takdir komisyonu kararına dayanılarak uygulanan tarhiyata karşı açılan davanın, mahalli ticaret odası, şoförler ve otomobilciler derneği gibi kuruluşlardan satış tarihindeki değer hakkında alınacak görüş değerlendirildikten sonra sonuçlandırılması gerekir.

-Satın alınan arazinin beş yıllık süre içinde parselasyonu yapılmak suretiyle aynı yıl içinde bir kısmının satılmasının, satışta çokluk unsurunun varlığı ile devamlı şekilde kazanç sağlama gayesinin göstergesi olduğu, ancak ticari kazancın tespitinde satışı yapılan yer ile ilgili olarak takdir komisyonunun belirlediği m2 birim değerinin dikkate alınması gerekir.

-Karşıt inceleme ve araştırma yapılmadan dayanaksız takdir komisyonu kararıyla emsal bedel tesbiti suretiyle yapılan tarhiyatta hukuka uygunluk bulunmamaktadır.

-Takdir komisyonunun 213 sayılı Vergi Usul Kanunu?nun 75. maddesinin kendisine verdiği inceleme yetkisini kullanmadığı, davacı şirketin uyuşmazlık konusu dönemde faaliyette bulunduğu hususu saptanmadan matrah takdiri yaptığı, takdirin dayanağı bulunmadığından yapılan tarhiyat hukuka uygun değildir.

Finansal kiralama işlemlerinde amortisman ve finansman giderlerinin durumu



http://www.evergi.net/finansal-kiralama-islemlerinde-amortisman-ve-finansman-giderlerinin-durumu.html
Vergi Usul Kanunu’nun mükerrer 290. maddesindeki tanımıyla finansal kiralama; kira süresi sonunda mülkiyet hakkının kiracıya devredilip devredilmediğine bakılmaksızın, bir iktisadî kıymetin mülkiyetine sahip olmaktan kaynaklanan tüm riskler ile yararların kiracıya bırakılması sonucunu doğuran kiralamalardır.Bir kiralamanın finansal kiralama olabilmesi için aşağıdaki kiralama işlemlerinden birine göre yapılması gerekir;
* İktisadî kıymetin mülkiyetinin kira süresi sonunda kiracıya devredilmesi,
* Kiracıya kira süresi sonunda iktisadî kıymeti rayiç bedelinden düşük bir bedelle satın alma hakkı tanınması,
* Kiralama süresinin iktisadî kıymetin ekonomik ömrünün % 80'inden daha büyük bir bölümünü kapsaması,
* Sözleşmeye göre yapılacak kira ödemelerinin bugünkü değerlerinin toplamının iktisadî kıymetin rayiç bedelinin % 90'ından daha büyük bir değeri oluşturması.

Her halde kiralama işleminin finansal kiralama sayılabilmesi için gereken temel şart, mülkiyete sahip olmaktan kaynaklanan tüm risk ve yararların kiracıya ait olmasıdır.
Arazi, arsa ve binalarla ilgili kiralama sözleşmelerinde, sadece sözleşmede kira süresi sonunda mülkiyet hakkının kiracıya devri öngörülmüşse veya kiracıya kira süresi sonunda kiralama konusu gayrimenkulü düşük bir bedelle satın alma hakkı tanınmışsa yapılan işlem finansal kiralama olarak kabul edilecektir.Doğal kaynakların araştırılması veya kullanılmasına yönelik kiralama sözleşmeleri ile sinema filmleri, video kayıtları, patentler, kopyalama hakları gib kıymetlerle ilgili lisans sözleşmeleri mükerrer 290. madde kapsamında değerlendirilemez.
VUK da yapılan düzenlemede 3226sy Finansal Kiralama Kanunu’na atıfta bulunulmamıştır. Dolayısıyla, Finansal Kiralama Kanunu kapsamında yapılan bir kiralama işlemi, yapılacak inceleme sonucunda kiralama işleminin bu madde hükümleri gereğince finansal kiralama olarak kabul edilmemesini gerektirmesi halinde vergi uygulamaları açısından finansal kiralama olarak kabul edilmeyecek veya tam tersi durumda Finansal Kiralama Kanunu kapsamında yapılmayan bir kiralama işleminin yapılacak inceleme sonucunda bu madde hükümleri gereğince finansal kiralama şartlarını sağladığının anlaşılması halinde vergi uygulamaları açısından finansal kiralama olarak kabul edilecektir.Kiracı tarafından yapılacak kira ödemeleri borç anapara ödemesi ve faiz gideri olarak ayrıştırılacaktır. Ayrıştırma işlemi, her bir dönem sonunda kalan borç tutarına sabit bir dönemsel faiz oranı uygulanmasını sağlayacak şekilde yapılacaktır.Kiralayan tarafından aktifleştirilen alacak tutarının reeskonta tabi tutulması mümkün bulunmamaktadır.

1.Finansal Kiralama İşlemlerinde Amortisman Uygulaması

1.1.Amortisman Ayırma-319 Sıra No’lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğine göre, kiracı tarafından aktifleştirilen finansal kiralamaya konu iktisadi kıymeti kullanma hakkı, Vergi Usul Kanunu ve ilgili genel tebliğlerde bu iktisadi kıymet için tespit edilmiş amortisman sürelerinde itfa edilecektir. Sözleşmenin fesholması halinde kalan dönemler için iktisadi kıymetle ilgili olarak amortisman ayrılma ve yeniden değerleme işlemleri yapılmayacaktır.Amortisman ayırma konusunda yapılan düzenlemeler ile 01.01.2004 tarihinde itibaren satın alınan ATİK’ler için Maliye Bakanlığı tarafından faydalı ömür süreleri dikkate alınarak tespit ve ilan edilen oranlar esas alınarak amortisman ayrılacaktır.

1.2. Kullanıma Hazır Hale Gelmeyen İktisadi Kıymetlerde Amortisman-Amortismana tabi iktisadi kıymetler üzerinden amortisman ayrılabilmesi için iktisadi kıymetin aktife kaydedilmesi ve kullanıma hazır hale gelmesi zorunludur.Finansal kiralama yöntemiyle kiralanan makine veya teçhizat kanuni defterlere kaydedilmekle birlikte, henüz kullanıma hazır hale gelmemiş ise amortisman ayırabilmek için kullanıma hazır hale gelmesinin beklenmesi gerekir.Kullanılmaya başlanmayan iktisadi kıymetin teknolojik eskime hariç, eskidiği veya yıprandığı söylenemeyeceği için amortisman ayrılması kabul edilemez. Teknolojik eskime durumunda fevkalade amortisman ayrılması gerekir.Örneğin, bir üretim tesisi için kiralanan makine ele alındığında, bina henüz tamamlanıp üretime başlanacak duruma gelinmemiş ise, diğer amortismana tabi iktisadi kıymetlerde olduğu gibi söz konusu makine için de amortisman ayrılmamalıdır. Montajı tamamlanmayan bir makine için de aynı durum geçerlidir. Bu gibi durumlarda “Yapılmakta Olan Yatırım Hesabı” kullanılmalı ve kullanıma hazır hale gelinceye kadar yapılan kira ödemeleri maliyet unsuru olarak dikkate alınmalı, amortisman süresi aktife alma tarihinden başlatılmalıdır.

2. Finansal Kiralama İşlemlerinde Faiz Ve Kur Farkının Kaydı

2.1. Kiracının Ödediği Faiz ve Kur Farkı -Kanun hükmüne göre, kiracı tarafından finansal kiralama sözleşmesine göre yapılan kira ödemeleri ana para ve faiz gideri olarak ayrıştırılacak, ayrıştırma işlemi, her bir dönem sonunda kalan borç tutarına sabit bir dönemsel faiz oranı uygulanmasını sağlayacak şekilde yapılacak, aktifleştirilecek kullanma hakkı amortismana tabi tutulacaktır.Kanunun açık hükmüne göre kiracı tarafından mal sahibine (kiralayana) yapılan ödemelerin tamamı esas itibariyle kira ödemesi olup, faiz oranı dikkate alınarak hesaplanan ana paraya isabet eden kısım amortisman yoluyla, faiz kısmı ise dönemsel olarak giderleştirilecektir. Faiz giderlerinin ve bu arada yabancı para cinsinden yapılan kiralamalarda aleyhe doğan kur farklarının kiralamanın yapıldığı yılda maliyet unsuru mu yoksa gider unsuru mu olarak muhasebeleştirilmesi gerektiği konusunda İst.Deft.’ndan talep edilen bir özelge için Gelirler Genel Md.vasıtasıyla verilen cevapta; 163 ve 334 No.lu VUKGT’ndeki açıklamalara değinilerek, “finansal kiralama yoluyla edinilen kıymete ilişkin olarak kiralama süresi içinde sözleşmeye istinaden yabancı para üzerinden yapılan kira ödemelerinin değerlemesi sonucu ortaya çıkan kur farkının, finansal kiralama konusu kıymetin maliyetine intikal ettirilmesi ve maliyete eklenen bu farkların ilgili kıymetin amortisman süresi içinde itfa edilmesi gerektiği” belirtilmiştir.

Söz konusu özelgede sadece kur farkından söz edilmiş olup faiz giderlerinden söz edilmemiştir. Ayrıca, özelgede aktifleştirilecek kur farkının sadece kiralamanın yapıldığı yılın sonuna kadar olan kısmının değil, kiralama süresi içinde ödenen kur farklarının tamamının aktifleştirileceği belirtilmiştir. Söz konusu ifadeden faiz giderlerinin de aktifleştirileceği sonucu çıkmakta olup, söz konusu özelge bu haliyle 163 ve 334 no.lu tebliğlere atıf yapmakla birlikte, atıfta bulunduğu tebliğlerle çelişmektedir.Nitekim Büyük Mükellefler Vergi Dairesi Başkanlığınca 2009 yılında verilen bir muktezada da; “….gerek aktifleştirme yılında gerekse sonraki yıllarda doğan kur farklarının da maliyete eklenip amortisman yoluyla itfa edilmesi gerekmektedir. Ayrıca firmanız tarafından finansal kiralama sözleşmesine göre yapılan kira ödemeleri borç anapara ödemesi ve faiz gideri olarak ayrıştırılacak olup, yapılacak bu ayrıştırma işlemi her bir dönem sonunda (finansal kiralama sözleşmesinde yer alan kira ödemelerinin yapılacağı tarih) kalan borç tutarına sabit bir dönemsel faiz oranı uygulanmak suretiyle yapılacağından, sadece ilgili yılda uygulanabilecek faiz gideri, ilgili dönemlerde kurum kazancının tespitinde gider olarak dikkate alınacaktır.” denilmiştir.Buradan da anlaşılacağı üzere anapara kur farklarının ilgili kıymetin maliyetine intikal ettirilerek ilgili kıymetin amortisman süresi içinde itfa edilmesi gerektiği görüşü yinelenmekte ancak farklı olarak, kiracı tarafından ödenen faizlerin ilgili dönemlerde gider olarak dikkate alınması gerektiği bildirilmektedir.
Duran varlık edinimlerinde ilgili varlığın aktifleştirildiği tarihten sonraki tarihlerde ödenen finansman giderlerinin maliyet unsuru olarak değil, gider unsuru olarak kaydedilmesi gerektiği genel kabul gören bir anlayıştır. Uluslararası Muhasebe Standartlarında da borçlanma maliyetlerinin ilgili kıymetin aktife alındığı tarihten sonraki kısmının gider unsuru olarak dikkate alınması gerektiği açıktır. Aynı ilke SPK tarafından yayımlanan Tebliğ’de de korunmuştur.Bize göre 163 No.’lu Tebliğ Vergi Usul Kanunu’nun 262. maddesi hükmüne de aykırı olup uygulamada pek çok sorun yaratmaktadır. Bu nedenlerle kaldırılması gerekir.Gelirler Genel Müdürlüğü’nün (Gelir İdaresi Başkanlığı’nın) yukarıda belirtilen özelgesindeki görüş aşağıdaki nedenlerle kabul edilemez.     a) Finansal kiralama sözleşmelerinin değerleme hükmü özel bir düzenleme ile mükerrer 290. maddede yer almış olup, düzenlemenin yapıldığı 4842 sayılı Kanun gerekçesinde uluslararası muhasebe standartlarının esas alındığı belirtilmiştir. Ne uluslararası standartlarda ne de Türkiye Muhasebe Standartlarında böyle bir düzenleme vardır. Gerek, söz konusu düzenlemenin yer aldığı 319 no.lu VUK Genel Tebliği’nde gerekse 11 no.lu Muhasebe Sistemi Uygulama Genel Tebliği’nde ilk yıla ilişkin veya kiralama süresince ödenen faiz ve kur farkı giderlerinin aktifleştirileceği belirtilmemiştir.
b) Gelir İdaresinin görüşü VUK’ un 262. maddesi hükmüne de aykırı olup, finansal kiralama sözleşmeleri gereği yapılan ödemeler “iktisadi kıymetin iktisap edilmesi” için yapılmamaktadır. Yapılan ödemeler esas itibariyle bir kira ödemesidir. Kira ödemelerinin doğrudan gider yazılacağı açıktır. Kiracının kira süresi sonunda ilgili iktisadi kıymeti düşük bir bedelle satın alacak olması, yapılan kira ödemelerinin iktisap amacıyla yapıldığını göstermez. Finansal kiralama sözleşmelerinde mülkiyet hakkının kiracıya devredilip edilmeyeceğinin, sözleşmenin finansal kiralama niteliğinde olması bakımından bir önemi yoktur.
c) Duran varlık edinimlerinde iktisadi kıymetin aktife alındığı (amortisman ayrılabilir duruma gelindiği) tarihe kadar tahakkuk eden finansman maliyetlerinin maliyet unsuru, bu tarihten sonra tahakkuk edenlerin gider unsuru olarak dikkate alınması hem uluslararası uygulamanın hem de Vergi Usul Kanunu’nun 262. maddesi hükmünün gereğidir. Aktife almaktan maksat söz konusu iktisadi kıymetin ilgili duran varlık hesabına kaydedilmesidir. Geçici vergi uygulaması nedeniyle üzerinden amortisman ayrılan bir iktisadi kıymetin aktifte yer almadığı söylenemeyeceğine göre, aktife alma tarihinin hesap döneminin son gününe (31.12 tarihine) taşınmasının hiçbir haklı ve teknik nedeni yoktur. Hesap dönemi takvim yılı sonu değil, hiç olmazsa geçici vergi uygulamasındaki üçer aylık sürelerin sonu kabul edilmelidir.
d) Ayrıca, 319 no.lu Tebliğ’deki, “finansal kiralama işlemi, esas olarak bir kredi işleminden farklı değildir. Kiralayana ödenen finansal kiralama bedellerinin faiz kısmı finansman gider kısıtlamasına tabidir” ifadesi kiracı tarafından ödenen faiz ve kur farklarının aktifleştirileceği şeklinde yorumlanamaz. Tam aksine doğrudan gider yazılacağı anlamını taşır. Bilindiği gibi 5024 sayılı Kanunla kaldırılan finansman gider kısıtlaması doğrudan gider yazılan finansman giderleriyle ilgiliydi. Yeniden değerleme işlemi yapan ve/veya stoklarını LİFO yöntemine göre değerleyen mükellefler yönünden önem taşımaktaydı. Daha açık bir ifadeyle maliyet unsuru olarak değerlendirilen faiz ve kur farkları finansman gider kısıtlamasına tabi değildi. Dolayısıyla 319 no’lu Tebliğ’deki söz konusu ifade kiracı tarafından ödenen faiz ve kur farklarının doğrudan gider yazılacağı anlamını taşımaktadır.
e) Aradan iki yıl geçtikten sonra yeni kural getirilmesi ciddiyetten uzak bir yaklaşım olup, bu anlayış terk edilmelidir. Böyle bir düşünce varsa, bu başlangıçta Kanun hükmünde veya Tebliğ’de açıkça yer almalıydı.
Sonuç itibariyle, finansal kiralama sözleşmesine istinaden ödenen kira tutarları (taksitleri) içinde yer alan faiz ve kur farklarının, gerek kiralamanın yapıldığı ilk yılda gerekse izleyen yıllarda finansman gideri olarak dikkate alınması, kullanıma hazır hale gelinceye kadar ödenen finansman giderlerinin ise diğer amortismana tabi
iktisadi kıymetler için geçerli genel ilkeye göre maliyet unsuru olarak  değerlendirilmesi gerekir.

2.2. Kiralayanın Ödediği Finansman Giderlerinin Durumu-“Kiralayan şirketler tarafından iktisadi kıymetin satın alınmasında Türk Lirası veya döviz cinsinden kredi kullanılmış ise ilk yıl için ödenen kur farkları ve faiz giderlerinin sözleşme yapılmasından önce kıymetin maliyetine ilave edilebilecek olması halinde maliyete ilave edilecek aksi halde ve diğer yıllarda ise gider kaydedilecektir.”319 no.lu Tebliğ’de kiralayan yönünden, aktifleştirilmesi gereken finansman gideri, ilk yıl sözleşme tarihine kadar olan kısımla sınırlandırılmıştır. Örneğin 01.05.2010 tarihinde kiralanmak amacıyla satın alınan bir makine 01.08.2010 tarihinde kiralanmış ise, satın alma tarihi ile kiralama tarihi arasındaki üç aylık süreye ait finansman giderinin 163 no.lu VUK G.Tebliği’ne göre aktifleştirilmesi gerekmektedir. Bu tarihten sonra ödenecek finansman giderleri, söz konusu iktisadi kıymet aktiften çıkarıldığı için (iz bedelle gösterilecek) doğrudan gider yazılacaktır.

3. Dönem Sonu Faiz Ve Kur Değerleme Farklarının Durumu Yabancı para cinsinden yapılan kiralamalarda geçici vergi dönemleri veya yıl sonlarında yapılan alacak ve borçlara ilişkin değerlemeden doğan kur farklarının tahakkuk kayıtlarına göre kiracı ve kiralayan tarafından kur farkı geliri veya gideri olarak kaydedilmesinin Maliye Bakanlığı’nın yukarıda belirtilen Özelgesi’ne rağmen mümkün olduğunu düşünüyoruz. Ayrıca, hesap dönemi sonu itibariyle kıst dönem esasına göre hesaplanacak faizler de geçici vergi dönemlerinde veya yıl sonlarında dönemsellik esasına göre tahakkuk ettirilerek kiracı tarafından gider, kiralayan tarafından gelir kaydedilmelidir. Bu konudaki duraksama, VUK ’nun 281 ve 285. maddelerinde 5228 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle ortadan kalkmıştır.

4. Finansal Kiralama İşlemlerinde KDV  Finansal kiralama işlemlerinde 24.12.2007 tarih ve 2007/13033 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile finansal kiralama işlemlerinde uygulanan KDV oranları değiştirilerek “Finansal kiralama işlemlerinde, işleme konu olan malın tabi olduğu katma değer vergisi oranı uygulanır” hükmü getirilmiştir. Söz konusu değişiklik kararın yayımı tarihi olan 30.12.2007 tarihinden sonra düzenlenen sözleşmeler için geçerli olmak üzere yürürlüğe girmiştir.

5. Finansal Kiralamaya Konu İktisadi Kıymetin Zayi Olması Durumunda KDV  Finansal kiralama işleminde, kiralamaya konu malın zilyetliği belirli bir süre için kiracıya bırakılmaktadır. Kira süresi sonunda mal kiralayana geri verilmekte veya kiracı tarafından mülkiyeti alınmaktadır.Kiraya verilen bir mal için, kiralayan tarafından alış vesikasında yer alan indirilebilir KDV ve kiracı tarafından kira süresi boyunca ödenen finansal kiralama bedelleri üzerinden hesaplanarak indirilebilen KDV söz konusudur.KDV’nin 30/c maddesi uyarınca zayi olan mallara ait katma değer vergisinin indirimi mümkün değildir. Kiralamaya konu malın zayi olması durumunda kiralayan tarafından malın alımı ile ilgili olarak indirim konusu yapılan KDV indirilebilir olmaktan çıkacak, ilgili dönem KDV beyannamesinde düzeltme yoluna gidilecektir. Ancak, kiracı tarafından ödenen kira bedelleri ile ilgili olarak indirim konusu yapılan KDV’nin indirilmesi ile ilgili bir sorun söz konusu değildir.

2 Ağustos 2013 Cuma

Karne.



Maliye Bakanlığı mükelleflere karne vermeye hazırlanıyor. Karnesi iyi olan mükellefler bankaların VIP müşterileri gibi hizmet görecek. Karnesi kırık olan mükellefler ise daha sık denetimlerden geçirilecek. Maliye Bakanlığı’nın uzun zamandır üzerinde çalıştığı mükellef karne sisteminde yazılım çalışmaları tamamlanma aşamasına geldi. Sistemin 2013 yıl sonunda hayata geçirilmesi planlanıyor. Mükellefler çeşitli kriterler verilerek puanlamaya tabi tutulacak. Vergisini zamanında ödemiş olmak gibi çeşitli kriterler mükellefin karnesini etkileyecek. Karnesi iyi olan mükellefler örneğin iadelerde sorun yaşamayacak.

Kriterler belirlenecek

Maliye Bakanlığı birkaç yıldır üzerinde çalıştığı mükellef karnesi projesinde sona yaklaştı. Yükümlülüklerini yerine getirip getirmediğine göre mükelleflere karne verilecek. Mükellefe verilecek notlarda birkaç kriter esas alınacak.
Örneğin
  • geçmişte naylon fatura kullanılmış mı, 
  • beyannameler zamanında verilmiş mi, 
  • sektör ortalamasının altında mı kârlılık bildirilmiş, 
  • daha önce vergi incelemesine uğramış mı, incelemelerde kayıp kaçak tespit edilmiş mi? 
 gibi kriterler esas alınacak.

Sistem öncelikle pilot uygulama ile başlatılacak. Herhangi bir mükellef ayrımı yapılmayacak. Sistem başlayınca gelir, kurumlar vergisi mükellefleri gibi bütün mükellefler kapsamda olacak. Kurulacak sistemde mükelleflerin beyanname bilgileri, alım ve satıma ilişkin veriler, banka, tapu kayıtları bir veri sisteminde toplanacak. Bu bilgilerle daha önceki bilgileri mükellefin karnesine işlenecek. Yani bir şirketin beyanname bilgileri ile daha önce vergi incelemesinde herhangi bir kayıp kaçak tespit edilmişse bu bilgi mükellefin karnesine eklenecek. Bu bilgilerin bir puanlaması olacak.

Beyannamelerini zamanında verenler artı puan alırken, beyannamesini vermeyenler eksi puan alacak. Daha önce naylon fatura kullanmış olmanın puanı daha farklı olacak ve ‘eksi’ olarak karneye yazılacak. Puanlama sonucunda mükellefin karnesi ortaya çıkacak. Puanlama sektörlere göre değişebilecek. Karnedeki notlar elektronik ortamda takip edilecek.
Not yüksekse ne olacak?Yetkililer, karne notu yüksek bir mükellefin ‘VIP’ müşteri olarak kabul edileceğini söylediler. İşlemlerin daha çabuk sonuçlandırılacağını belirten yetkililer, buna karşılık vergi indirimi ya da yeşil pasaport gibi bir uygulamanın gündemlerinde olmadığını söylediler.
Karne kırıksa ne olacak?Mükelleflerin karne notuna göre Maliye nasıl davranacağını belirleyecek. Karne notu düşükse bu mükellef riskli kabul edilecek ve vergi denetimlerinde öncelikle incelemeye tabi olacak. Ya da rutin işlemlerde daha dikkatli takip edilecek. Örneğin bir ihracatçı firmaysa iade işlemleri daha dikkatli yürütülecek.

1 Ağustos 2013 Perşembe

Yeni GVK da Gayrimenkul satışı, inşaat vs. (Şükrü Kızılot'un 2 yazısından derlemedir.)



Yeni Gelir Vergisi Tasarısı’nda, şahısların ve şirketlerin;
· Gayrimenkul satışında,
· Kat karşılığı inşaatlarda,
· Arsanın hasılat paylaşımı şeklinde müteahhide verilmesinde,
· İşyeri ve konut kira gelirlerinde, vergilendirme yönünden önemli sürprizler var.

ARSA SAHİBİNE TİCARİ FAALİYET VE DEFTER TUTMA SÜRPRİZİ-Arsanın belli sayıda daire ve dükkan karşılığı, inşaat firmasına verilmesi olayında, arsa sahibine bırakılan taşınmazların (örneğin daire ve dükkanların), “brüt kapalı alanları” toplamının;
· 1.000 m2’yi aşması halinde, ilk satış tarihinden itibaren “ticari faaliyete başlanıldığı” kabul edilecek.
· Arsa sahibi, “ticari defter” tasdik ettirecek. Her ay KDV beyannamesi, üç ayda bir “geçici gelir vergisi” beyannamesi, her yıl “gelir vergisi beyannamesi” verecek ve tahakkuk eden vergileri ödeyecek.
· Üç yıl içinde herhangi bir taşınmaz satışı yapılmadığı durumlarda, ticari faaliyet sona ermiş kabul edilecek. Satılmayan taşınmazlar da işletmeden çekilmiş sayılacak.

500 METREKAREYİ AŞMAYAN İNŞAATLAR-İnşa edilip arsa sahibine bırakılan taşınmazların örneğin daire ve dükkanların, “brüt kapalı alanları” toplamının 500 m2’yi aşmaması halinde, arsa sahibi yönünden “ticari faaliyet” hükümleri uygulanmayacak.
Buna göre, “birden fazla kişiye ait” arsanın kat karşılığı müteahhide verilmesi, (arsa sahibi her kişiye bırakılan bağımsız bölümün 500 m2’nin altında kalması halinde) ticari kazancın kapsamı dışında kalabilme yönüyle avantajlı oluyor.

ARSA SAHİBİNİN DAİRE MALİYETİ-Kat karşılığı inşaatlarda, arsa sahibine verilen daire ve dükkanların “maliyet bedeli”, bunların satışı halinde “kazancın belirlenmesi” yönünden önem taşıyor.Buna göre maliyet; arsa sahibinde kalan arsa payının “emsal bedeli” ile müteahhit defter kayıtlarında oluşan maliyetlerden, arsa sahibine verilen taşınmazlara isabet eden toplam tutardan oluşacak.

HASILAT PAYLAŞIMININ VERGİ AVANTAJI KALKIYOR-Arsa sahibinin, beş yıllık süreyi dolduran arsası için müteahhitle, “hasılat paylaşımı” anlaşması yapması olayındaki “vergi avantajı” kalkıyor.Mevcut uygulamaya göre;
- Arsa sahibi, arsasının satış bedeli olarak, arsa üzerine yapılan daire ve dükkanların satış hasılatının belli bir yüzdesini, örneğin yüzde 45’ini alıyordu.
- Arsa sahibi gerçek kişinin elde ettiği bu gelir, KDV ‘ye ve gelir vergisine tabi değildi.
Yeni Gelir Vergisi Tasarısı’na göre;
- Hasılatın müteahhit ile paylaşımının kararlaştırılmış olması, faaliyetin arsa sahibi yönünden de “ticari faaliyet” olduğunu gösterecek (Md.14/3).
Arsa sahibi, ticari kazanç elde eden birisi olarak, defter tutacak ve çeşitli beyannameler verecek.
KDV’ye ve gelir vergisine tabi olacak.

MİRAS VEYA BAĞIŞLANAN GAYRİMENKULÜN SATIŞINA VERGİ YOK-
İvazsız yani miras ya da bağış yolu ile edinilen gayrimenkullerin elden çıkartılmasında, bundan doğan kazanç “değer artışı kazancı” olarak gelir vergisine tabi tutulmayacak (Md.45/1-a).

TEK KONUT SATIŞINA VERGİ YOK-İkamet amacıyla alınan ve fiilen oturulan tek konutun elden çıkartılmasından doğan kazançlar, yeni bir ev alınma mecburiyeti olmadan “değer artış kazancı” olarak gelir vergisine tabi tutulmayacak (Md.49/1-a).Bu istisnaya, “arsa payının devri sonucu tek konut alan” arsa sahiplerinin o evi elden çıkarmalarından doğan “değer artış kazancı” da dahil edilecek.

GAYRİMENKUL NE ZAMAN SATILIRSA SATILSIN VERGİ VAR-
Yeni Gelir Vergisi Tasarısı’na göre şahıslar, işletmeler veya kurumlar;
- Gayrimenkullerini kaç yıl geçtikten sonra satarsa satsın, “satıştan doğan kazanç” gelir vergisine tabi olacak.
- İki yıl geçtikten sonra, satış kazancının belli bir oranı, vergiden istisna olacak.
Buna göre;
1) İki tam yıldan fazla süreyle elde tutulanlardan elde edilen gelirin yüzde 40’ı,
2) Üç tam yıldan fazla süreyle elde tutulanlardan elde edilen gelirin yüzde 50’si
3) Dört tam yıldan fazla süreyle elde tutulanlardan elde edilen gelirin yüzde 60’ı,
4) Beş tam yıldan fazla süreyle elde tutulanlardan elde edilen gelirin yüzde 75’i vergiden istisna olacak (Md.21/1 ve 49/1-b )

Yeni yasadan önceki durumlar-Yeni Gelir Vergisi Tasarısı’nda, mevcut kurumlar vergisi kanununda yer alan  “iki yıl süre ile elde bulundurulan gayrimenkullerle ilgili yüzde 75’lik istisna” korunuyor.Ancak diğerleriyle ilgili yeni yasadan önceki edinimleri kapsayan bir düzenleme göze çarpmıyor.
Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu’nda, bu düzenlemenin yapılacağı ve “kazanılmış hakların korunacağını” tahmin ediyoruz.

Kat karşılığı arsa veren tüccar sayılacak
Arsanızı müteahhide verme ve gayrimenkul satışı için son şansınız diyebiliriz.
Söz konusu arazinin 1.000 m2’yi aşması halinde, ilk satış tarihinden itibaren “ticari faaliyete başlanıldığı” kabul edilecek. Arsa sahibi, “ticari defter” tasdik ettirecek. Her ay KDV beyannamesi, üç ayda bir “geçici gelir vergisi” beyannamesi, her yıl “gelir vergisi beyannamesi” verecek ve tahakkuk eden vergileri ödeyecek.
Yeni Vergi Tasarısı’nda gayrimenkul satışı, “kat karşılığı inşaatlar”, arsanın “hasılat paylaşımı” şeklinde müteahhide verilmesi konularında “çok önemli” değişiklikler yapılacak olması, karşılaşacakları “vergi sürprizleri” yönünden onları tedirgin etmiş. Bu konularla ilgili “geriye dönük” geçici bir maddenin olmayışı da tedirginliği artırmış.
Önce özetle ne planlandığını bir hatırlatalım.
Arsanın belli sayıda daire ve dükkan karşılığı, inşaat firmasına verilmesi olayında, arsa sahibine bırakılan taşınmazların (örneğin daire ve dükkanların), “brüt kapalı alanları” toplamının;
· 1.000 m2’yi aşması halinde, ilk satış tarihinden itibaren “ticari faaliyete başlanıldığı” kabul edilecek.
· Arsa sahibi, “ticari defter” tasdik ettirecek. Her ay KDV beyannamesi, üç ayda bir “geçici gelir vergisi” beyannamesi, her yıl “gelir vergisi beyannamesi” verecek ve tahakkuk eden vergileri ödeyecek.
· Üç yıl içinde herhangi bir taşınmaz satışı yapılmadığı durumlarda, ticari faaliyet sona ermiş kabul edilecek. Satılmayan taşınmazlar da işletmeden çekilmiş sayılacak.

GAYRİMENKULÜNÜ SATACAK OLANLAR-Yeni Vergi Tasarısı şu anda TBMM Plan ve Bütçe Alt Komisyonu’nda.Burada görüşülüp bazı ekleme, çıkarma ve değişiklikler yapıldıktan sonra, Plan ve Bütçe Komisyonu’na gelecek. Burada da benzeri çalışmalar yapıldıktan sonra, TBMM Genel Kurulu’na gelecek. Görüşülmesi, kabulü ve onayı derken, ciddi bir zaman alabilir.
Yeni Yasa Çıkmadan Satış:5 yılı dolduran veya miras kalan gayrimenkulünü satacak olanlar, yeni yasa çıkmadan satarlarsa zaten sorun yok.
Miras kalan gayrimenkulün satış kazancı, yeni tasarıda da gelir vergisine tabi tutulmuyor. Komisyonlarda veya Genel Kurul’da bir değişiklik olmazsa, miras kalan gayrimenkullerin yasadan sonra satışında da zaten sorun yok.
Şirketlerin Gayrimenkul Satışı:Anonim ve limited şirketlerin, aktiflerinde “en az iki yıl süre ile kayıtlı” olan gayrimenkulleri elden çıkarmaları halinde, belli koşullara bağlı olarak “kazancın yüzde 75’inin kurumlar vergisinden istisna” olması, Yeni Vergi Tasarısı’nda, “kazanılmış hak” olarak korunuyor. O nedenle bu konuda da sorun yok.

KAT KARŞILIĞI İNŞAAT
1. Miras Kalan Arsa veya Yıkılan Bina:
Mevcut yasa ve uygulamaya göre, miras kalan veya bağış yolu ile edinilen arsanın kat karşılığı müteahhide verilmesi veya miras kalan evin yıkılıp yerine müteahhit tarafından bina yapılması şeklinde kat karşılığı verilmesi durumunda, alınan bağımsız bölümlerin satışı, gelir vergisine tabi değil. Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığı’nın 25.3.2011 tarih ve GVK. 76/2011-2 sayılı Gelir Vergisi Sirküleri ile yaptığı açıklama da bu yönde.
Yeni yasa tasarısı ile bu görüşün “kat karşılığı inşaatta” devam ettirilip ettirilmeyeceği, şu aşamada belli değil. O nedenle, müteahhide şimdiden verilmesinde yarar var.
2. Kat Karşılığı İnşaat:Çarşamba günü açıkladığımız gibi, tasarıda; arsa sahibine bırakılan taşınmazların “brüt kapalı alanına göre”, arsa sahibinin “ticari faaliyete başladığının kabulü” ve değişik birçok uygulama var.Bu durumda olanların, tasarıyı da gözden geçirerek durumlarını değerlendirmelerinde yarar var.

Hasılat paylaşımı ile müteahhide verme-Mevcut yasada, bu konu ile ilgili olarak, özellikle “gerçek kişiler açısından ciddi avantajlar” var.Arsanın edinme şekline, tarihine, hasılat paylaşımı sözleşmesine, arsanın elden çıkarılma biçimine ve olayın programlanmasına göre, arsa sahibinin gelir vergisi ve KDV ödememesi bile söz konusu olabiliyor.
Yeni Vergi Tasarısı’ndaki düzenleme aynen yasalaşırsa, arsa sahibi yönünden “ticari faaliyet” söz konusu olacak (Tasarı Md.14/3). Arsa sahibi ticari kazanç elde eden biri sayıldığı için defter tutacak, beyannameler verecek, KDV ödeyecek.
Özet olarak, hasılat paylaşımının “vergi avantajı” kalkıyor.
O nedenle, yeni tasarı yasalaşmadan “hasılat paylaşımı” sözleşmesini yapıp, arsayı müteahhide vermekte yarar var.
Hasılat paylaşımı ve diğer konuları, en ince ayrıntısına kadar bu köşede uzun uzun açıklamak, yer sorunumuz nedeniyle mümkün değil. Ancak okurlarımız, tereddüde düştükleri hususları e-posta ile de sorabilirler.