.

.

12 Ocak 2009 Pazartesi

Hacir.(SMMM ile ne alaka,olsun bilgi bilgidir!)

Yeni Türk Medeni Yasası ve psikiyatri Özge Yenier Duman, Erol Göka

Özet
Tıp ile yargı sistemi arasındaki ilişkileri konu edinen Adli tıbbın bir dalı olan Adli psikiyatri ruhsal rahatsızlıkların yaratabileceği hukuksal sorunlara ışık tutmayı amaç edinmiştir.Bireyin toplumla ilişkileri hukuksal açıdan medeni yasa ile düzenlenmektedir. Kamu oyunda da çeşitli yönlerden tartışma konusu olarak gündemde yer alan Türk Medeni Yasası 22/11/2001 de yeniden düzenlenmiş haliyle Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından kabul edilmiştir. Medeni yasa evlenme-boşanma, tanıklık yapabilme, alım satım işleri gibi çok sayıda kişiyi ilgilendiren durumları düzenlemektedir. Bu yazıda yapılan son değişikliklerde göz önünde bulundurularak Türk Medeni Yasası'ndaki ruh sağlığı konuları ile ilgili maddeler gözden geçirilecektir.
Günümüz çağdaş toplumlarında kişilerin medeni durumları açısından hakları olmakla birlikte bu haklarını kullanma yetenekleri olmalıdır. Medeni hakları kullanabilirlik bazı hukuksal gereklilik içerir.Bunlar yaş, akıl sağlığı ve ayırt etme gücü ile belirlenmiştir. Medeni hukuka göre sorumluluk,Ceza hukukun sorumluluk hükümlerinden farklıdır.Kişinin ceza sorumluluğu olmaması hukuksal sorumluluğu olmayacağı anlamına gelmemektedir.Hukuksal olarak tüm bireyler medeni haklardan yararlanabilir. Ancak herkes bu hakları kullanma hakkına sahip olamamaktadır.Medeni bir hakkın kullanılması koşulu ayırt etme gücüne sahip ( hukuksal olarak yeterli,sezgin) ve ergin (mümeyyiz ve reşit)olmayı gerektirir.Ergin olmayanlar küçükler ve kısıtlılar (hacir-vesayet altında olanlar) bu haklarını kullanamazlar.Yasa düzenlemelerinin temeli " hukuksal ehliyet/yeterlik " ya da "sezginlik gücü" denilen kavrama dayanmaktadır. Hukuksal ehliyete sahip olma bir kişinin kendi gereksinimlerini fark edebilme, çevre koşullarını gözetebilme, gerçeği değerlendirebilme ve haklarını koruyabilme yeterliliği çerçevesinde değerlendirilir. Hukuksal olarak yeterlilik yetişkin olma ve akıl sağlığının yerinde olması bağlamında ele alınır. Psikiyatrik açıdan " hukuksal yeterlilik" değerlendirmesi bireyin anlama, değerlendirme yapabilme,karşılaştığı durumun ortaya çıkarabileceği sorunları değerlendirme , olası seçenekler arasından seçim yapabilme ve sonuca varabilme yetilerinin kişi olarak yaşamını sürdürebilmeyi sağlayacak yeterlilikte olmasını gerektirir.Bireylerin diğer bireylerle toplumsal ilişkilerine düzenlemeler getiren medeni hukuk ülkemizde yakın zamana dek 1926 yılında kabul edilen Türk Medeni Kanunu'na dayanmaktaydı.22/11/ 2001 tarihinde yeni Türk Medeni Yasası (TMY) TBMM tarafından onaylanarak yürürlüğe girdi. Bu yenilenmeyle birlikte söz konusu olan değişiklikleri de kapsamak üzere ruh sağlığı hastaları açısından medeni hakların kullanımı gözden geçirmekte yarar olacağı düşüncesindeyiz. Bu bağlamda, medeni hakların kullanımı gerekliliği tanımlanmış olan " ayırt etme gücü" kavramına açıklık kazandırmaya, akıl hastalıkları açısından evlilik, aile düzeni, vesayet-hacir altına alınma, kayyım ve yasal danışman atanması ve koruma amaçlı olarak özgürlüğün kısıtlanması durumlarına yakından bakmaya çalışacağız.

Ayırt etme gücü TMY'nin gerçek kişileri tanımladığı bölümü içerisinde yer alan 13. md göre "Yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes,bu Kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir."Ayırt etme gücü bulunmayanların kimselerin ve kısıtlıların fiili ehliyetlerinin olmadığı ve ayırt etme gücü bulunmayan kimselerin fiillerinin hukuki sonuç doğurmadığı belirtilmektedir (Madde 14-15).Ayırt etme gücü, eylemlerin belirleyicilerini ve sonuçlarını algılayabilme gücü olarak tanımlanabilir. TMY erginlik yaşını on sekiz olarak belirlemiş ancak ayırt etme gücü açısından yaş sınırlaması getirmemiş ve yaş küçüklüğü ifadesiyle kişilerin ayırt etme gücü açısından bulundukları ortamın toplumsal, kültürel özellikleri yanı sıra kişisel özelliklerinin etkilerini değerlendirmeye fırsat tanımıştır.
Akıl hastalığının varlığının her zaman ayırt etme gücünün tamamıyla ve geri dönüşsüz biçimde ortadan kalktığı anlamına gelmemektedir. Bipolar bozukluk gibi epizodik gidiş gösteren hastalıklarda ayırt etme gücü tamamıyla yitirilemez. Zeka ve akıl durumunun gelişmemiş olması durumunda gelişmemiş veya az gelişmiş olması durumunda ise gelişmemişlik derecesine göre kişinin sürekli olarak ayırt etme gücünden yoksunluğu söz konusu olacaktır. Alkol/madde kullanımının ayırt etme gücünü ortadan kaldırabilmesi için bağımlılıkla birlikte ayırt etme gücünü ortadan kaldıracak düzeyde psikotik bulguların varlığı,yani alkol bağımlılığının kendisinden ayrı olarak ağır bir ruhsal rahatsızlığın eş-tanı ya da komplikasyon olarak tabloya eklenmiş olması gerekmektedir.
Alkol yada maddeye bağlı bir psikiyatrik hastalık söz konusu değilse sürekli nitelikte olsa da, sarhoşluk kavram olarak ayırt etme gücünü ortadan kaldıran durumlar içinde sayılsa bile, yasa tıbbi olarak ve diğer yasa maddeleriyle bir arada düşünüldüğünde sarhoşluk tek başına ayırt etme gücünün yokluğu için yeterli sayılamaz.Bununla birlikte alınan alkolün miktarına,kişideki etkilerine bağlı olarak bilinç ve istenç bozukluğu söz konusu olabilir. Alkollü kişi etkilenmeye açık olduğundan medeni hakların kullanımıyla ilgili girişimlerde bulunabilir ve çeşitli hukuksal sorunlar ortaya çıkabilir.
"Etrafı ve kendisi ile zaman ve mekan bakımından oryantasyonu tam, etrafı ve kendisi ile ilgili, etrafında olup bitenlerden bilgili, günlük kıymet rayiçlerini bilen, akıl melekeleri yerinde, muayene ediliş nedenini bilen ve tam açıklıkla izah edebilen, yani herhangi bir akıl hastalığı ya da zeka geriliği veya ağır ve ciddi boyutlarda kişilik bozukluğu veya nöroz arazı göstermeyen, madde müptelası olmayan " kişinin "hukuksal yeterliliğe sahip olduğu" söylenir. Hukuksal yeterliliğin saptanmasına çalışılırken kişinin mental ve tıbbi durum raporları ile birlikte belirli zamanlardaki tutum ve davranışları ile sağlık durumunu yansıtan tanık anlatımları göz önünde bulundurulmalı, hakkında karar verilecek kişinin ayrıntılı ruhsal muayenesi sonrası rapor düzenlenmelidir. Örneğin uygulamada sıklıkla karşılaşılan durumlardan olan Alzheimer tipi demans hastalarının değerlendirilmeleri yapılırken hastalığın ilerleyici karakteri göz önünde bulundurularak muayene zamanına ilişkin belirti ve bulgular düzgün biçimde kaydedilmelidir.
Evlilik ve akıl hastalığı TMY'nin 11. maddesi on sekiz doldurmuş kişiyi ergin saymakta, "Evlilik Hukuku" ile ilgili maddeleri kapsamında ise erkek veya kadın için 17 yaşını doldurmuş (Md.124) ve ayırt etme gücüne sahip olmayı (Md125) koşul koymaktadır. Böylece evlilik yaşı yükseltilmiştir. Küçük yaşta kaçırılma gibi durumlarda çözüm getirmek açısından da 16 yaşını doldurmuş olanlara evlenme izni verilmesi için hakime yetki tanınmaktadır (Md.124).Böyle durumlarda gençler mahkeme kanalıyla hekime gönderilerek yaş tayini istenebilmektedir.TMY 133. md 'ye göre "Akıl hastaları evlenmelerinde tıbbi sakınca bulunmadığı resmi sağlık kurulu raporuyla anlaşılmadıkça evlenemezler". Eşlerden birinin evlenme sırasında sürekli bir sebeple ayırt etme gücünden yoksun bulunması ve eşlerden birinde evlenmeye engel olacak derecede akıl hastalığı bulunması durumunda söz konusu evlilik geçersiz olmaktadır (Md145) "Ayırt etme gücünün sonradan kazanılması veya akıl hastalığının iyileşmiş olması halinde mutlak butlan davasını yalnız ayırt etme gücünü sonradan kazanan veya akıl hastalığı iyileşen eş açabilir"(Md 147). Yeni TMY'de eşlerden birinin akıl hastası olması, bu yüzden ortak hayatın diğer eş için çekilmez hale gelmesi ve hastalığın geçmesine olanak bulunmadığının resmi sağlık kurulu raporuyla tespit edilmesi koşuluyla bu eşin boşanma davası açabileceğini belirten madde yine yer almakta ancak eski maddeden farklı olarak dava açılabilmesi için 3yıl gibi bir zaman sınırlaması getirilmemektedir (Md 165).
Sonuç olarak yasa akıl hastalığının varlığı durumunda evliliği geçersiz sayıp sağlıklı eşe hukuksal kolaylık sağlayarak sağlıklı eşi korurken, akıl hastalığının iyileşmesi ve ayırt etme gücünün kazanılması durumunda ise evliliğin geçersiz sayılması davasını açma hakkını yalnızca hasta eşe tanıyarak hasta eşin yanında yer almaktadır.Eşlerden birinin akıl hastalığı söz konusu olduğunda genellikle hastalığın evlilik öncesi var olup olmadığı tartışması gündeme gelmektedir.TMY akıl hastalarının evlenmeyeceği,evlenirlerse bu evliliğin geçersiz olacağı hükümlerini içermektedir. Psikiyatri pratiğinde sıklıkla karşılaştığımız gibi ruhsal hastalığın evlenmeyle düzeleceği beklentisiyle mental retardasyonu ya da psikiyatrik hastalığı olan pek çok kişiye yasal ya da yasal olmayan evlilikler yaptırılmaktadır. Yargıda bu durumla karşılaşıldığında bilirkişi görüşü istenmekte, kişinin "akıl hastalığının olup olmadığı, varsa ne zamandır sürdüğü, şifasının mümkün olup olmadığı" sorulmaktadır. Medeni hukuk açısından ruh sağlığı evlenme yeteneğinin temel koşullarından sayılmaktadır. Böylece evlilik kurumunun yapısı korunarak sorunların gelecek kuşaklara yansımasını önlemek amaçlanmaktadır. Ruhsal hastalığın sürekli bir yıkıma yol açmış, kalıtımsal ve evliliği yıpratacak nitelikte olması evlenmeye ve evliliği sürdürmeye engel sayılmasına neden olmaktadır. Bu özelliklere sahip bozukluklar; ciddi şizofreni, genel tıbbi bir duruma bağlı bilişsel bozukluklar ve mental retardasyondur. Bu bağlamda düzelme gösteren ruhsal hastalıklarda örneğin epizodik gidiş gösteren Bipolar Bozukluk'da epizodlar dışındaki dönemlerde evlenebilme olasıdır ve hastalık evlilik anlaşmasının bozulması için hukuksal olarak yeterli bir neden değildir.
Aile düzeni ve akıl hastalığı TMY'de Hısımlık başlığı altında aile ve ev düzenine ilişkin düzenlemelere yer verilmektedir.Eski yasadan farklı olarak erkeğin mutlak ev reisliği anlayışı yerine eşlerin evlilik birliğini birlikte yönetecekleri belirtilmekte (Md186) ve "ev başkanı" tanımında söz edilerek "Aile halinde yaşayan birden çok kimsenin oluşturduğu topluluğun kanuna, sözleşmeye veya örfe göre belirlenen bir ev başkanı varsa, evi yönetme yetkisi ona ait olur."denilmektedir.Bu kapsamda "ev başkanı, ev halkından olan küçüğün, kısıtlının, akıl hastalığı veya akıl zayıflığı bulunan kişinin verdiği zarardan, alışılmış şekilde durum ve koşuların gerektirdiği dikkatle onu gözetim altında bulundurduğunu veya bu dikkat ve özeni gösterseydi dahi zararın meydana gelmesini engelleyemeyeceğini ispat etmedikçe sorumludur Ev başkanı,ev halkından akıl hastalığı veya akıl zayıflığı bulunanların kendilerini ya da başkalarını tehlikeye veya zarara düşürmemeleri için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür. Zorunluluk halinde gerekli önlemlerin alınmasını yetkili makamdan ister."(Md369) denilmektedir . Böylece ruhsal rahatsızlığı olan kişilerin çevrelerine verebilecekleri zararın sorumluluğu ailelerine verilmektedir. Hısımlılık bağları nedeniyle önlem alma sorumluluğu yüklenmeyi şart koşan bu anlayış ancak akıl hastalarının izlem ve tedavilerinin sorumluluğunun alındığı bir sağlık ve sosyal hizmet sistemi söz konusu olduğundan yerinde olacaktır düşüncesindeyiz.
Kısıtlanma (Vesayet), kayyımlık, yasal danışmanlık TMY'nin vesayet düzenini belirleyen bölümleri akıl hastalığına ilişkin maddeler içermektedir.Yeni Medeni Yasa'nın 405. (355) maddesi "vesayet", 429. (379) maddesi yasal danışmanlık (müşavirlik) konusunda hekime bilirkişilik görevi vermektedir. 426. (376) madde de ise yargıç,belli bir nedenle belli bir dönem ya da iş için "kayyım" atayabilir.Bir kişi ruhsal hastalığı nedeni ile hukuksal sorumluluğu sahip olmadığında hacir (kısıtlama) altına alınıp bir vasi tayin edilmesi gerekmektedir. Çeşitli nedenlerle kişi olarak kendi hayatlarını yönetemeyen erginler ve velayet altında olmayan çocukların korunması amacıyla eylem yetersizliklerinin yargı yolu ile sınırlandırılması ya da tamamıyla ortadan kaldırılmasına kısıtlama ( hacir altına alma ) denilmektedir.Yaş küçüklüğü olan veya kısıtlama altına alınmış kişilere vasi atanması da gerekir; vesayet bu işlemle ilgili yani kısıtlamadan ayrı bir kavramdır. Oysa uygulamada yanlış olarak birbirine yakın anlamdaki kısıtlama ile vesayet aynı anlamada değerlendirildiği gözlenmektedir. TMY'nin 405. maddesine göre "Akıl hastalığı veya akıl zayıflığı sebebiyle işlerini göremeyen veya korunması ve bakımı için kendisine sürekli yardım gereken ya da başkalarının güvenliğini tehlikeye sokan her ergin kısıtlanır." Yasaya göre görevlerini yaparlarken vesayet altına alınmayı gerekli kılan bir durumun varlığını öğrenen idari makamlar, noterler ve mahkemeler, bu durumu hemen yetkili vesayet makamına bildirmek zorundadırlar ( Madde 405). Ruhsal rahatsızlığı olan kişiler alış-satış, evlenme gibi medeni haklarını kullanmak için noterler, tapu yada evlendirme daireleri gibi kuruluşlara başvurduklarında bilirkişi raporu istenmekte ve hastalığı saptananlar mahkemece kısıtlama altına alınmaktadırlar.
Kısıtlama resmi sağlık kurulu raporu gerektirir ve kişinin mahkemede dinlenmesinde yarar olup olmadığının raporda belirtilmesi istenir. Bu durum kişileri ve yakınlarını sıkıntılı ve belki de travmatize edici zor durumlarda ve yoğun iş yükü altındaki mahkemelerin zamanını uygun biçimde değerlendirmek için yerinde bir uygulama olarak görülmektedir.Uygulamada gerek hukuk gerek tıp mercileri tarafından oldukça yanlış anlaşılan bir durum, bir başka vesayet gerektiren hali düzenleyen 406. madde ile ilgilidir. 406. maddeye göre "savurganlığı, alkol ve uyuşturucu madde bağımlılığı,kötü yaşama tarzı veya malvarlığını kötü yönetmesi sebebiyle kendisini ve ailesini darlık ne yoksulluğa düşürme tehlikesine yol açan ve bu yüzden devamlı korunmaya ve bakıma muhtaç olan ya da başkalarının güvenliğini tehdit eden her ergin kısıtlanır" denmektedir. Bu noktada kısıtlamanın yapılabilmesi için ilgilinin mahkemece dinlenilmesi şartı konulmuştur. Bir kimse dinlenilmeden savurganlığı, alkol ve uyuşturucu madde bağımlılığı, kötü yaşama tarzı, kötü yönetimi veya isteği sebebiyle kısıtlanamaz. Hakim, karar vermeden önce, kurul raporunu göz önünde tutarak kısıtlanması istenen kişiyi dinleyebilir (Md409 ). Kısıtlama kararı, hemen kısıtlının yerleşim yeri ile nüfusa kayıtlı olduğu yerde ilan olunur. Yasa, bu kadar açıkken uygulamada görülen sorun, yargıçların genellikle alkol ve madde bağımlılığı nedeniyle savurganlığı ve kötü yönetimi olan kişilerin kısıtlanması için 406. md den değil, akıl hastalığıyla ilgili olan 405. maddeden dolayı vesayet davası açmalarından kaynaklanmaktadır. Sonraki süreçlerde de 405. maddeden dolayı vesayet altına alınmış madde ve alkol bağımlısı kişinin örneğin suç işlemesi halinde, cezai ehliyeti sorulduğunda ciddi karışıklar ortaya çıkmaktadır. Böyle bir kişinin savunmasını üstlenen avukatlar, 405. maddeden vasi tayin edilmiş kişinin cezai ehliyetini de ortadan kaldıracak bir hastalığı varmış gibi savunma yapma yoluna gitmektedirler.Kısıtlama gerektiren nedenlerin başında akıl hastalığı ya da zeka geriliği gelmekle birlikte her akıl hastası ya da zeka geriliği gelmekle birlikte her akıl hastası ya da zeka geriliği olan kişinin kısıtlama altına alınması gerekmemektedir. Yasa, kısıtlama için iş görmekte beceriksizlik, düşkünlük, sürekli yardım ve özene, bakıma gereksinim duyma ve başkalarının güvenliğini tehdit etme koşullarını getirmiştir. Ruhsal rahatsızlığı olan kişilerin olağan dışı özellikler taşıyan davranışları işlerini yerine getirme biçimlerini farklılaştırmış olabilir. Bu nedenle yalnızca akıl hastalığı tanısı ve klinik tablo adıyla karar almayıp tüm olgularda işlerini gerektiği gibi yapamama, bakım ve yardıma gereksinimi olup olmadığı şeklinde değerlendirme yapılmalıdır. Kısıtlama kararı akıl hastalığının süreklilik kazanmış olmasını gerektirdiğinden hastalığın başlangıcında kısıtlamaya gidilmesi uygun ve gerekli olmayabilir.
Bir Bipolar Bozukluk hastası epizotlar sırasında geçici olarak kısıtlanabilirse de genellikle kısıtlama önerilmemektedir. Hastalık süreklilik kazanır ataklar ciddi bir biçimde sıklaşırsa kısıtlama düşünülebilir. Şizofrenide klinik tablonun süreklilik göstereceği düşünülerek kısıtlamaya gidilmektedir. Doğal yaşlılık konusunda ise Yargıtay tek başına kısıtlama nedeni olamayacağı biçiminde görüş bildirmektedir. Alkol ya da madde bağımlılığı nedeniyle kısıtlama yoluna gidilmesi kişinin bağımlılık nedeniyle kendisini ya da ailesini darlık ve yoksulluğa düşürme tehlikesine yol açan, bu yüzden devamlı korunmaya ve bakıma gereksinim gösteren ya da başkalarının güvenliğini tehdit eden erginler için söz konusu edilmektedir.TMY'nin 411. maddesine göre vesayet işlerinde yetki küçüğün veya kısıtlının yerleşim yerindeki vesayet dairelerine aittir. Vesayet makamının izni olmadıkça vesayet altındaki kişi yerleşim yerini değiştiremez.Yerleşim yerinin değişmesi halinde yetki, yeni vesayet dairelerine geçer. Bu takdirde kısıtlama yeni yerleşim yerinde ilan olunur ( Madde 412). Vesayet makamı, gecikmeksizin vasi atamakla yükümlüdür.Gerek duyulduğunda henüz ergin olmayanların da kısıtlanmasına karar verilebilir; ancak, kısıtlama kararı ergin olduktan sonra sonuç doğurur. Kısıtlanan ergin çocuklar kural olarak vesayet altına alınmayıp velayet altında bırakılır (Madde 419). Vesayet işleri zorunlu kıldığı takdirde vesayet makamı, vasinin atanmasından öncede gerekli önlemler alır; özellikle, kısıtlanması istenen kişinin eylem yeterliliğini geçici olarak kaldırabilir ve ona bir temsilci atayabilir. Kısıtlanma vesayet makamının kararı ile ilan edilir (Madde 420). Vasi atandığı kişinin yasal temsilcisidir. Görevini düşük önemdeki işler için sulh hakiminin, daha karmaşık işlemlerde asliye Mahkemelerinin onayı ile yürütmek üzere dört yıl içinde atanır. Kısıtlama süresi kural olarak 4 yıl olmakla birlikte zeka geriliği gibi doğumsal ya da erken yaşta geçirilmiş bir beyin hastalığı sonucunda oluşmuş kalıcı durumlarda on sekiz yaşından sonra sürekli kısıtlama getirilebilir.
Kamu vesayeti, vesayet makamı ve denetim makamından oluşan vesayet daireleri tarafından yürütülür. Vesayet makamı, sulh hukuk mahkemesi; denetim makamı, asliye hukuk mahkemesidir. Vesayet altındaki kişinin çıkarları açısından özellikle bir işletmenin, bir ortaklığın veya benzeri işlerin sürdürülmesi gerektiği durumlarda vesayet istisnai olarak bir aileye verilebilir. Bu durumda vesayet makamının yetki, görev ve sorumluluğu kurulacak aile meclisine geçer ( Madde 398). Özel vesayet, kısıtlanan kişinin fiil ehliyetine sahip iki yakın akrabasının yada bir akrabası ile eşinin istemi üzerine denetim makamı tarafından kurulur. Aile meclisi, kısıtlanan kişinin vasi olmaya ehil, denetim makamınca dört yıl içinde atanacak en az üç akrabasından oluşur, kısıtlanan kişinin eşi de aile meclisine üye olabilir. Aile meclisi görevini yapmadığı veya vesayet altındaki kişinin menfaati gerektirdiği takdirde, denetim makamı her zaman aile meclisini değiştirebileceği gibi özel vesayeti de sona erdirebilir. Vasi, kısıtlanan bireyi kişiliği ve mal varlığı ile ilgili tüm çıkarlarını korumak ve hukuksal işlemlerde onu temsil etmekle yükümlüdür.Muayene sonucu hukuksal yeterliliğini tam olarak yitirmediği ancak tam bir ruhsal-zihinsel sağlık içinde bulunmadığı ve belirgin bir psikiyatrik yeti yitimi durumunun saptandığı hastalar için vasi tayini yerine yasal danışman (müşavir) atanması gerekebilir. Kişinin kısıtlanması için yeterli neden bulunmamakla birlikte medeni haklarını kullanma yeterliliğinden kısmen yoksun bırakılmasının yararına olacağı durumlarda kişiye görüşü sorularak bir yasal danışman atanır. Medeni hakları kısmen kısıtlanmış olan kişi, mallarını satışa sunamaz, devredemez ancak mal gelirlerini istediği gibi kullanma yetkisi devam etmektedir. Kendisine yasal danışman atanan kişinin medeni hakları elinden alınmamış ancak sınırlanmıştır. Bu durum genellikle demans gibi bilişsel işlev bozukluklarının başlangıcında söz konusu olmaktadır.TMY'nin 426.(376) maddesine göre ergin bir kişi, hastalığı; hastane,cezaevi gibi uzun bir süre başka bir yerde bulunması veya benzeri bir sebeple ivedi bir işini kendisi görebilecek veya bir temsilci atayabilecek durumda değilse; yasal temsilcinin çıkarları ile küçüğün yada kısıtlının menfaati çatışıyorsa vesayet makamı bir kayyım atayabilir. Kayyımlık genellikle küçük yaşta olan, kısıtlanmayı gerektirmeyen ancak aklı hastalığı, körlük, sağırlık, yaşlılık gibi nedenlerle işlerini geçici ya da sürekli olarak yapma yeteneğinden yoksun olan kişiler için söz konusu olabilmektedir. Kendisine kayyım atanmış bir kişi evlenme-boşanma, malları üzerinde anlaşma yapabilme, vasiyet düzenleyebilme yetkisine sahiptir. Kayyım olarak atanan kişi yargıcın denetimi altında görev yapar ve belirli oranlarda hukuksal temsil yeteneğindedir.Kısıtlama kararı verebilmesi için yeni yasanın 409. maddesi, eski maddede (359) hangi uzmanlık dalından olacağı belirlenmemiş olan bir bilirkişi tarafından rapor alınması yerine, resmi sağlık kurulu raporu koşulunu getirmektedir. Ciddi sonuçlara yol açabilecek olan bir kısıtlama kararı verilmeden kişinin dava dosyasındaki anlatımlar gözden geçirilmeli, dikkatli bir gözlem ve ruhsal muayene yapılmalıdır. Kısıtlanmış olan yada kendisine yasal danışman atanan kişinin sebep olan durumu hekim raporuyla belgelenirse karar mahkemece kaldırılabilmektedir (Madde 472)
Koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanması Yeni TMY'nin onaylanması ile birlikte basında ve kamuoyunda ilgi odağı olmuş maddelerinden biri "Koruma Amacıyla Özgürlüğün Kısıtlanması" başlığı altında yer alan 432. maddedir. Buna göre "Akıl hastalığı, akıl zayıflığı, alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığı, ağır tehlike arz eden bulaşıcı hastalık veya serserilik sebeplerinden biriyle toplum için tehlike oluşturan her ergin kişi kişisel korunmasının başka şekilde sağlanamaması halinde, tedavisi, eğitimi veya ıslahı için elverişli bir kuruma yerleştirilir veya alıkonulabilir. Görevlerini yaparlarken bu sebeplerden birinin varlığını öğrenen kamu görevlileri, bu durumu hemen yetkili vesayet makamına bildirmek zorundadırlar. Bu konuda kişinin çevresine getirdiği külfet de göz önünde tutulur. İlgili kişi durumu elverir elvermez kurumdan çıkarılır".
Kişi özgürlüklerinin zarar görebileceği kaygısıyla tartışma konusu olan bu maddenin keyfi uygulamalar söz konusu olduğunda sakıncalı olabileceği düşünülmektedir." Yerleştirme veya alıkoymaya karar verme yetkisi, ilgilinin yerleşim yeri veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde bulunduğu yerin vesayet makamına aittir." Yerleştirmeye veya alıkoymaya karar veren vesayet makamı, kurumdan çıkarmaya da yetkilidir(Md433).Hukuk Usulü Muhakemeleri Kan.na bağlı olarak değerlendirilen"koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanması" durumlarında kuruma yerleştirilen kişi veya yakınlarına,kendilerine bildirilmesinden başlayarak 10gün içinde karara denetim makamına itiraz hakkı tanınmaktadır.Yasaya göre"Bu hak,kurumdan çıkarılma isteminin reddi halinde de kullanılabilir. Koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanması kararı verilirken ilgilinin bunun sebepleri hakkında bilgilendirilmesi ve karara karşı denetim makamına itiraz edebileceğine yazılı olarak dikkatinin çekilmesi zorunludur. Bir kuruma yerleştirilen kişiye, alıkonulma kararına veya kurumdan çıkarılma isteminin reddine karşı en geç on gün içinde denetim makamına itiraz edebileceği derhal yazılı olarak bildirilir. Mahkeme kararını gerektiren her istem, gecikmeksizin yetkili hakime ulaştırılır. Yerleştirme kararı veren vesayet makamı veya hakim durumun özelliğine göre bu istemin görüşülmesini erteleyebilir. Akıl hastalığı,akıl zayıflığı, alkol ve uyuşturucu madde bağımlılığı, ağır tehlike arz eden bulaşıcı hastalığı olanlar hakkında, ancak resmi sağlık kurulu raporu alındıktan sonra karar verilebilir. Vesayet makamının daha önceden bilirkişiye başvurmuş olması halinde denetim makamı bundan vazgeçebilir Hakim,basit yargılamaya göre karar verir.Gerektiğinde ilgili kişiye adli yardım sağlanır.Hakim karar verirken ilgili kişiyi dinler. Savurganlığı, alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığı, kötü yaşama tarzı veya malvarlığını kötü yönetmesi sebebiyle kısıtlanmış olan kişinin vesayetin kaldırılmasını isteyebilmesi, en az 1yıldan beri vesayet altına alınmasını gerektiren sebeple ilgili olarak bir şikayete meydan vermemiş olmasına bağlıdır".432. maddede sözü edilen "elverişli kurum"un neresi olacağı belirsizdir. Ayyaşlık, serserilik gibi durumlar tanım olarak muğlaktır. Akıl hastalığı, akıl zayıflığı, alkol ve madde bağımlılığının saptanmasının nasıl ve kim / kimler tarafından yapılacağı net değildir. Bu durumların tanısı mevcut olsa bile hasta kişilerin hekim kararı olmaksızın bir kuruma yerleştirilmesi tartışmaya yol açacak bir uygulamadır. Kaldı ki bugün tıp çalışanları ruhsal hastalığı olan kişilerin tanı ve tedavisi süreçlerinde geleneksel paternalistik tutumların yerine hastanın otonomisi gözetmeye çalışan tutumların nasıl geçebileceğini tartışmaktadırlar. İyimser bir bakış açısıyla "iyi niyetli" olduğu düşünülebilecek olan bu maddenin kişi hak ve özgürlükleri ile hasta haklarına zarar vermemesi için keyfi uygulamaları engelleyici düzenlemelerin yapılması, tehlike oluşturma durumu/durumlarının açık olarak tanımlanması kısıtlanmanın gerçekten de kişinin kendinin ve çevresi açısından tehlike oluşturması durumunda otonomisini zedeleyici tutumlardan sakınılarak gerçekleştirilmesi uygun olacaktır. Bu noktada sorun ülkemizde hala bir "Ruh Sağlığı Yasası" bulunmaması ve ruh sağlığı alanına ilişkin organizasyon sorunları için bir Sağlık Bakanlığı politikasının olmamasıdır. Ruh sağlığı ve hastalıkları açısından tedavi, bakım ve rehabilitasyon kavramlarının belirsizliği sürmektedir. Bu belirsizlik sürmekte iken; hangi akıl hastalığının bulunduğu kişiler, kim tarafından tanı konularak, toplum için hangi açıdan tehlike oluşturduğu için, hangi elverişli kuruma, ne tür tedavi-eğitim ve ıslah için yerleştirilecek ya da alıkonulacaktır?
Rapor düzenlenmesi Medeni hakların kullanımı açısından vesayet konusunda mahkemelerce bilirkişilik istendiğinde kişinin değerlendirilerek kısıtlanmayı gerektirir şiddette bir akıl hastalığı veya zayıflığının bulunup bulunmadığını, varsa sürekli olup olmadığını, kişinin mahkemede dinlenmesinin yararlı olup olmayacağı ve başkalarının güvenliğini tehdit edip etmediği sorulmaktadır. Ruh sağlığı hekimi kişinin bilişsel yetilerini ( bilinç, bellek, algılama, yargılama, soyutlama, vb.) inceleyerek gerekli ruhsal değerlendirmeleri yapar. Bu değerlendirmeler ruhsal bozuklukların çeşitli şiddet özellikleri gösterebilmesi nedeniyle tanıdan daha önemlidir.
Düzenlenecek raporda;a. Değerlendirmenin hangi mahkeme yazısına dayanarak ve hangi konuda yapıldığı,b. Bilgi kaynakları ve değerlendirme yeri ( kurumlardan toplanan bilgiler, raporlar)c. Hukuksal olayın kısa öyküsü,d. Değerlendirilen kişinin ve varsa hastalığın kısa öyküsü,e. Şimdiki ruhsal değerlendirme bulguları, psikometrik test bulguları,f. Tıbbi durum ile hukuksal durum arasındaki ilintiler ve kişinin hukuksal ehliyetinin hukuksal durum karşısındaki düzeyi,
Sonuç bölümünde;a. Hastalığın tanısıb. Süreklilik kazanıp kazanmadığıc. Tıbbi olarak kısıtlama gerekip gerekmediğid. Kişinin mahkemece dinlenmesinde yarar olup olmadığıe. Kişinin bir akıl hastalıkları hastanesinde tutulmasının gerekip gerekmediği belirtilmelidir. Hastanın başka kişilerin can, mal, ırz ya da diğer kişilik haklarına yönelik davranışlarda bulunabileceği kuşkusu yada olasılığı varsa bir akıl hastalıkları hastanesinde tutulmasının gerekli olduğuna karar verilebilmektedir. Günümüzün modern psikiyatri anlayışı çerçevesinde bu durumun akut ve tehlike dönemlerle sınırlı olması önerilmektedir.Hekim raporlarında en çok soruna yol açan durumlar; hekimleri raporlarında gerekçe yazmamaları, bulguları iyi tanımlamamaları, gereğinden fazla tıp terimi kullanmaları, raporların okunaksız biçimde ve el yazısıyla yazılmış olması, rapor veren hekimin kimlik ve imzasının açık olmaması, raporların geciktirilmesi, raporlara duygusallığın karıştırılması, rapor düzenlemekten çekinilmesi, geçici rapor verilme eğilimi, hukuksal olduğu halde hekim yardımı olmaksızın açıklanamayacak konuların ( fakir ve mümeyyizlik, ırza tecavüz, vb.) hukuksal yanının hekimlerce bilinmemesi, raporlara kayıt ve protokol numarası verilmemesi; tarih, saat yazılmaması, muayene edilen kişinin kimliğine önem verilmemesi, kolundaki mühre bakılmaması olarak sıralanmaktadır.Çağdaş toplumlarda kişiler ile diğer kişiler ve toplum arasındaki ilişkileri düzenlemek amacıyla uygulanmakta olan medeni hukukun, ruhsal rahatsızlığı olan kişiler bağlamındaki uygulamalarını bilmek hastalarımızın kayıplarla dolu olabilen yaşamları açısından sorumluluğumuz olduğu ortadadır.

Hiç yorum yok: